Hrant Dink'in suikasta kurban gidişinin üzerinden dokuz yıl
geçti. Sabah Kahvaltı Haberleri'nde Hrant'ın yurtseverliğine ve
demokratlığına dair konuşmalarından örneklere yer verdiğimiz bir
bölüm hazırladık.
Gelen mesajlardan her inançtan ve görüşten seyircinin Hrant'ı
sevgiyle andığını gördüm. Hrant'ı vuran tetikçiyle yaşıt birkaç
genç seyircimiz ise ne yazık ki Ogün Samast'ı öven mesajlar
yolladılar. Sevindirici olan bu gençlerden birinin ekranda Hrant'ın
resmini görür görmez attığı nefret dolu mesajı programın sonunda
düzeltmesiydi:
"Abi biliyorum bana kızdın. Ama Hrant Dink'i bize bambaşka
anlattılar. Onu hain bilirdik, izlettiğin konuşmalarını ilk kez
dinliyorum. Hakkını helal et."
Hrant olsa ederdi! Evet, kuru milliyetçiliğin ağında körpe
zihinleri kinle keskinleştirilen gençlerle sinirlenmeden, sabırla
diyalog kanallarını açık tutmaya çaba harcarsanız illaki sonuç
alıyorsunuz.
Dolayısıyla Hrant'ı düşünüp kederlendiğimde, beni asıl üzen, benzer
bir cinayet için tetikçiliğe ikna edilebilecek insanlarla bir arada
yaşamak değil. Onlardan her ülkede, her iklimde fazlasıyla mevcut.
Asıl dert...
Derdimiz büyük. Hangi birinden başlayayım. Hrant gibi masumları
politik hedefleri için katlettirip ardından gözyaşı dökenlerden mi?
Yoksa Hrant'ın ölümüne giden yola taş döşeyenlerle omuz omuza
"katil devlet" sloganı atan Hrant'ın "bazı" arkadaşlarından mı?
Aynen öyle, tetikçilerden daha büyük problem, kurtla bir olup
ardından çobanla birlikte gözyaşı dökenler ve bir siyasi husumet
uğruna "dostum" dediği insanın hatırasını, adalet talebini bu
sırtlanlarla birlikte çiğneyenler.
Düşünün azıcık vicdanı olan bir insan Hrant' için geciken adaletten
yakındıktan sonra, sırf Erdoğan'a düşman diye, bu davada beş yıl
boyunca "arkadaşlarını" korumak için adım bile atmayan Savcı
Muammer Akkaş'ın Cemaatiyle omuz omuza yürür mü anmada? Üstelik o
savcının 17-25 Aralık'ta hazırlık aşamasındaki bir dosyanın
fotokopisini alıp adliyede dağıtacak kadar tez canlı davrandığını
bile bile.
Dahası, Hrant'ın gerçek dostlarının çabalarıyla yeniden açılan
soruşturmada tüm bilgilerin, tanıklıkların, telefon ve kamera
kayıtlarının bilerek karartıldığı ve bu işten Gülen Çetesinin
savcılarının, polis şeflerinin ve gazetecilerin sorumlu olduğu
ortaya çıkmışken...