Bu topraklar üzerinde iktidara gelmiş her yönetim mutlaka bir devletin işbirlikçisi, hatta uşağı olmakla itham edildi.
Kimi padişaha "Alman âşığı" kimine ise "İngiliz uşağı" denildi.
Rejimin resmi gazetesi Cumhuriyet'in "Faşist Almanya'ya Kemalist Türkiye'den selam" manşetleri attığı yıllarda iktidarda olanlara "Nazi işbirlikçisi" dendi.
Kore'ye asker gönderdi, NATO'ya girdi, Marshall yardımlarını aldı diye Adnan Menderes "Amerikan uşağı" olarak yaftalandı.
Fakat ne hikmetse aynı Menderes'i "Rusya'ya yakınlaştığı gerekçesiyle" deviren de uşaklık yaptığı söylenen ABD oldu.
Demirel'in lakabı "Morrison 'Süleyman'dı..." Bülent Ecevit'in seçim konvoyları "komünistler Moskova'ya" diye yuhalanırdı...
Özal Türkiye'yi "küçük Amerika" yapmaya çalıştığı gerekçesiyle yerden yere vurulurken, Çiller'in "aslında ABD vatandaşı olduğu" konuşulurdu.
Erbakan'sa kimi zaman İrancılıkla, kimi zaman da "Arabistan işbirlikçisi" olmakla suçlanıyordu...
2002'den beri iktidarda olan AK Parti ve kurucusu Erdoğan da nasibini aldı elbette bu furyadan...
Ulusalcılar Büyük Ortadoğu projesi sakızını hiç ağızlarından düşürmediler...
Avrupa Birliği'ne çok taviz verildiğinden yakındılar.
Solcular için yabancı devletlerin ülkedeki askeri üsleri teslimiyetin bir kanıtıydı...
Fetullahçılar ise devletin İran'a teslim edildiğini söylüyorlardı...
Kimilerine göre de Erdoğan ülkeyi "Araplara satmıştı." Bazılarına göreyse Rusya'ya...