İstanbul'da dünyanın en büyük havalimanı açılışındaki Cumhuriyet
Bayramı resepsiyonu sürerken, sokakta karşılaştığım bir esnafla
sohbete koyulduk.
Havalimanına, bir dünya markası olan 'İstanbul' adının verilmesine
ikimiz de memnun olmuştuk.
Derken aradığımız ayrılığı bulduk.
Söz bu yıl rutin dışına çıkılarak 29 Ekim resepsiyonunun Ankara
yerine İstanbul'da yapılmasına geldi.
"Neden" diye sordu esnaf arkadaş...
"E havaalanı açılışı var ya onun için" diye yanıtladım.
"Başka gün mü bulamadılar abi Allah aşkına havaalanı açacak? Bir 29
Ekim mi kaldı" diye söylendi.
"Cumhuriyet'e böyle büyük bir hediye vermek için kuruluş gününden,
doğum gününden daha iyi zaman mı var yahu" dedim.
"O da doğru ya" diye güldü. Gülüştük.
Cumhuriyetin asıl sahiplerinin halk değil de vatandaşlar olduğunu kolektif bilinçaltımıza ilmik ilmik işleyen sürekli bir propagandanın eseri.
Sorumlularıysa ortada; asgari ve sivil bürokraside, siyasette, sermaye sınıfında ve medyada bir dönem suyun başını tutmuş olanlar.
Atatürk'ün "bilhassa kimsesizlerin kimsesidir" diye tarif ettiği Cumhuriyet'i "bilhassa kendilerinin" görüp çöken "sınıfın" önde gidenleri...
Atatürk vefat eder etmez, miras kavgasına girenler...
Bu topraklarda yaşayan halkın bir kısmının değil tümünün olan "Cumhuriyet'in tapusunu" üzerlerine geçirmeye çalışanlar... *** Ama boru değil 95 yaşına geldi Türkiye Cumhuriyeti! Dünya üzerindeki pek çok demokrasi deneyiminden daha yaşlı, deneyimli.
O halde Atatürkçüsü, liberali, solcusu, sağcısı, milliyetçisi, muhafazakârı da büyümeli artık.
Siyasi tercihi, giyinişi, kültürü, etnik kökeni, inancı, yaşam pratikleri, şivesi, ekonomik sınıfı farklı olanın seçimler yoluyla Cumhuriyet iktidarını almasını hazmedebilmeli.
Zira insanlığın yıllar önce, demokratik cumhuriyet formülüyle ulaştığı bu asgari zemini on yıllardır hâlâ tartışıyor olmak gerçekten çok utanç verici. Hiçbirimize yakışmıyor.