İnsan bazen yaşadıklarının ciddiyetini sıcağı sıcağına değil sonradan durup düşününce anlıyor. Tıpkı 7 Haziran'dan bugüne ülkece atlattığımız badireler gibi...
Hatırlayın 8 Haziran sabahı sandıktan hükümet çıkmayınca içte ve dışta bıçaklarını bileyenleri. 13 yılın ardından ilk kez bu denli ciddi şekilde hissedilen "belirsizliği" fırsat bilenler ülkenin üzerine çullandılar.
DAEŞ Suruç'tan vurdu. PKK'sı da hemen ardından ve daha doğudan. DHKP-C'si, MLKP'si şehirlerde zaten dünden hazırdı.
En azından bu zor günde asgari sorumluluk alması beklenen CHP'si, MHP'si geçici bir seçim hükümetine bile yanaşmayarak yangını keyifle seyrettiler. HDP ise Çözüm Süreci'nde barıştan damıttığı kinini fütursuzca saçtı.
Terör eylemleri, suikastlar, hendekler, çatışmalar çocukları, kadınları bile yuttu. Ankara'da canımızı yaktılar; "yasal muhalefeti" de tuz bastı. Sivil toplum örgütleri, sendikaları, sanatçıları, aydınları "hayatımızı durdurmaya" kasteden teröre destek verip "hayatı durdurma" çağrıları yaptılar.
Ekonomik krizsiz olmazdı tabii. Döviz kurlarıyla, borsayla çocuk gibi oynadılar. Medyalarının felaket tellalları toplumdaki karamsarlığı derinleştirmek için elinden geleni ardına koymadı.
Şimdilerde çark eden AK Parti çevrelerine ilişmiş ikbal pervaneleri, o günlerde ölümü gösterip hareketin yöneticilerini ve tabanını bazen CHP ile bazen de HDP ile koalisyon sıtmasına razı etmeye çabaladılar.