Seçime giren tüm partiler vaatlerini doğal olarak iktidar
perspektifiyle şekillendirdiler. Bu nedenle liderlerin her
girizgâhı "Bizim iktidarımızda" sözleriyle başlıyor. Ancak
partilerin üç aşağı beş yukarı ne kadar oy alacağı herkesçe
biliniyor. Bu yüzden hayallerden ziyade fiilen ne yapabilecekleri,
işlevleri ve "anlamları" üzerinde durmak daha isabetli
görünüyor.
Seçimden birinci parti çıkma olasılığı en yüksek olan aday halen Ak
Parti olduğu için iktidar vaatleri üzerinde ciddiyetle durulacak,
sadece o. Bu durum da onun anlamı ve fiilen yapabilecekleri
tartışmasını zaten gereksiz kılıyor. CHP ve MHP de seçimin iki
büyük öznesi. Ancak onlar da işlevsel pozisyonlarını analiz yapmaya
gerek kalmayacak şekilde net olarak tanımlıyorlar. Geriye,
girişteki tartışma önerimizin doğrudan ve ilk muhatabı olarak HDP
kalıyor.
Geçtiğimiz dönemde seçimlere bağımsız adaylarla giren ve daha sonra
mecliste grup kuran HDP 7 Haziran seçimlerine parti olarak girme
kararı aldı. Bunun üzerine taşıdığı riskler açısından bu kararın
nedeni tartışılmaya başlandı. Kimi parti üyeleri ve destekçileri
bile, HDP'nin parti olarak seçime girmesinin artılarının, barajı
aşamama riskini karşılamayacağı yönünde görüş belirttiler. Hatta
hareketi yakından izleyen pek çok yorumcu, Öcalan'ın son anda
devreye girip HDP'yi bu kararından döndüreceği konusunda iddialı
yazılar kaleme aldılar. Ama olmadı.