Ortadoğu demokrasilerinde siyasi istikrarsızlık en çok yakınılan
sorunlardan biridir.
Bu durumun ekonomik ve sosyal hayatta pek soruna neden olduğu
söylenir.
Ne var ki coğrafyamızda uzun süren iktidarları sandık dışı
yöntemlerle sonlandırmak da vakai adiyedendir.
Suikast, terör, askeri darbe ve hatta "çağrılan" bir başka devlet
tarafından işgal...
Ülkemizde, çok partili hayata geçildiğinden beri normalden biraz
uzun süren iktidarların akıbeti bu anlattığımız duruma en iyi
örnektir.
Çok şükür bu "geri bıraktırma" mekaniği 15 yıldır Türkiye'de
işletilemiyor. Çünkü 15 Temmuz'da olduğu gibi, halk egemenliğine
sahip çıkıyor.
Ama biliyoruz ki, Türkiye'de, solu, halkın çoğunluğunun seçtiği ve
kurduğu iktidarı silahla gasp etmeye indirgeyip marjinalleştirenler
hiç büyümüyorlar.
Ancak, yaşından dolayı aklının, mantığının oturmasını beklediğimiz bünyelerde karşımızı çıkınca insan haliyle üzülüyor.
Geçenlerde onlardan biri, Ayşenur Arslan, Ulusal Kanal'daydı.
Hiç gocunmadan, çekinmeden bu iktidarın "silahlı ya da silahsız" devrilmesi gerektiğini söylüyordu...
Hımmm, "silahlı ya da silahsız" öyle mi?
Nasıl? Mesela 15 Temmuz gibi mi?
Geçenlerde de başka bir arkadaş, tıpkı bu geç devrimci hanımefendi gibi, Akit TV ekranlarında şiddeti çekirdek gibi çıtlıyordu...
Acaba diyorum, bu ikisi istedikleri gibi silahlanıp gözden ırak bir yerde kozlarını paylaşsalar nasıl olur?
Rahat etmez miyiz? *** Oysa büyümeye direnmek büyümekten daha zor.
Üstelik iktidar hedefine kan dökmeden, oyunun kuralları içinde ulaşmaya çalışmak daha zekice ve eğlenceli.
Mesela mı?
Bakın, daha önce "Sivas Katliamının savunucusu" olarak suçladıkları Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu'ndan nasıl bir devrimci lider çıkartılmaya çalışılıyor...
Kandan, gözyaşından, kardeş kavgasından medet umanların pespayelikleri düşünülünce kayda değer ve eğlenceli bir gelişme değil mi?