Yaşadığım şehre penceremden bakarken çok zaman aklıma aynı soru
geliyor...
İçinde yaşadığımız bu binaları inşa eden "anlayış", yanı başımdaki
şu evi yüzyıl önce yapan "uygarlığın" gerçekten devamı mı? Bir kez
o estetiği yakalayan, nasıl olur da böylesine bir çirkinliğine
"geri dönebilir?"
"Araya" bir şey girmiş olmalı... Büyük bir çöküş, kolektif bir
travma vs...
Evet, az şey yaşamadık ama yine de durum mantıkla izah edilecek
gibi değil.
Eminim ilerde arkeologlar da, hangi mimarinin daha eski hangisinin
yeni olduğunu yorumlamakta zorlanacaklardır.
"Aman, bu yoğun Dolar, seçim gündeminde senin kafa yorduğun şeye
bak" demeyin.
Zira epeyce bir süredir kuru siyasi çekişmelerin gürültüsünde asıl
olanı, gerçek hayatımızı unuttuk.
Kamusal alanımızı, nefes alamadığımız kentlerde tabutu andıran
çirkin binaların yuttuğunu... Kaçtığımız özel hayatımızın ise
yüksekliği iki metre tavanın altında ezildiğini...
Bu sıkışmışlıktan daha önemli meselesi olabilir mi insanın?