2009 yılıydı. TRT'de beraber radyo programı yaptığımız arkadaşım
o gün yayına elinde bir Akit gazetesiyle geldi. Gazetenin sür
manşetindeydi.
Mevzu ise, soy isminin Ergenekon davasından yargılanan üst düzey
bir askerle aynı olmasıydı. Öyleyse "TRT'de ne arıyordu?" Bir anda
Ergenekon'un radyocuları oluvermiştik! Hemen dönemin Akit Ankara
temsilcisini aradım. Arkadaşımın Ergenekon davasından yargılanan
askerin kızı olmadığını, zaten babasını yıllar önce kaybettiğini
söyledim. "Her şey bir yana yahu beni de mi tanımıyorsunuz" dedim.
Hiçbir şey olmamış gibi davrandı. Çok sinirlendiğimi
hatırlıyorum.
Zaman zaman bazı yazarlarının da "hışmına" uğradığım gazeteye olan
kızgınlığım yayın yönetmeni Hasan Karakaya ile tanıştığımda bir
anda geçti.
İçimden "o sert yazıları yazan, manşetleri atan adam bu olmaz. Bir
yanlışlık olmalı" diye geçirdiğimi hatırlıyorum.
Tanıdığım en güler yüzlü, esprili, hayat dolu gazeteciydi Karakaya.
Daha sonra, pek çok ülkeye yapılan resmi ziyaretleri onunla
birlikte izledik.
Örneğin, Küba'ya ayak basmamızdan itibaren gün boyu "Senin
memlekete geldik, hadi bize bir cami bul bakalım" diyerek beni
canımdan bezdirdiğini hiç unutmuyorum. Aramızda kalsın Küba'yı
sevmişti de.
Perşembe gece yarısı Kahvaltı Haberleri için kanala giderken Hasan
abinin ölüm haberini aldığımda o gezileri ve sohbetlerimizi
hatırladım.