Parti içi muhaliflerin aday bile gösterilemediği CHP'nin 35. Kurultayı'nda konuşan Kemal Kılıçdaroğlu yeni dönemde partililere ülkenin Cumhurbaşkanına daha çok hakaret etmeyi vaat etti.
Kılıçdaroğlu'nun konuşmasında, Deniz Baykal'a Gülen çetesi tarafından kurulan seks kaseti tezgâhının ardından paraşütle indiği genel başkanlık koltuğunda 6 yılda nasıl 7 seçim kaybedebilmeyi başardığının izahı yoktu. Bu yakıcı soruya yanıtı olmadığı için de sadece ama sadece sorulardan ibaret olan nutkunda 13 yılda 11 seçim kazanan bir siyasiye, halkın seçilmiş cumhurbaşkanına defalarca "çakma diktatör" dedi.
Kılıçdaroğlu'nun ve Cumhuriyetle yaşıt partisinin yarım A4 kâğıdından ibaret demokrasi pratiklerini ezberledik. Dolayısıyla "Açık oy gizli sayım ilkesi" ve "muhaliflere propagandasız seçim" gibi ilkleri ülkeye armağan eden CHP'nin genel başkanının"diktatör" derken kimleri kastedemediğini biliyoruz. Onun için diktatör cumhurbaşkanlığı seçimlerine de tek aday olarak girip yine de ülkeyi kaybetmeyi başaran siyasi büyükleri değil, halk desteğiyle iktidarı alan demokratlar.
Haklısınız üzerine çok da söz söylemeye gerek yok. Ne var ki Kabotaj Bayramı'nda bile mikrofon görünce Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ağır hakaretler eden ana muhalefet liderine ne söyleseler az olacak birileri var. Evet, tüm AK Parti yönetimi ve tabii ki Sayın Başbakan'dan bahsediyorum.
Kılıçdaroğlu toplumu kutuplaştırıyor
Başbakan Ahmet Davutoğlu koalisyon görüşmeleri sırasında mesai harcadığı Kılıçdaroğlu'nun seviyesine inmek istemiyor olabilir. Davutoğlu belki de "bulaşmayayım da siyasi kutuplaşma olmasın" diye düşünüyordur. Bilemiyorum. Emin olduğum tek şey ana muhalefet liderinin siyaset ahlakı ve pratikleriyle izah edilemeyecek bu bel altı tarzının toplumsal kutuplaşmayı körüklediği. Öyle ya siz AK Parti'yi değil, Türkiye'yi temsil eden bir makama saldırırsanız, halk da bu terbiyesizlik karşısında bir tepki bekliyor.
Kalkıp kendisi ve ailesi hakkında hakaretler duyan Cumhurbaşkanı bizzat cevap verse ki sonuna kadar hakkıdır, başlıyor bir tarafsızlık tartışması.
Bu durumda görev kime düşüyor? Elbette ki Davutoğlu'na. Zira tarafsızlık Cumhurbaşkanı'nı bağlıyor, AK Parti'nin ve Davutoğlu'nun böyle bir yükümlülükleri yok. Ama ne gariptir ki son dönemde bir kısım medyanın telkinleriyle sanki anayasada AK Parti'nin Cumhurbaşkanı'na karşı tarafsız olmasını gerektiren bir madde varmış havası oluşturuldu.