2013 Gezi olaylarından beri yaşadıklarımızı şöyle bir düşünün.
14 yılda sayısız seçimden ve referandumdan zaferle çıkan ülkenin
"en meşru siyasi liderine" karşı başlatılan "tek adam"
kampanyalarını...
Ülkedeki medyanın 3'te 2'si muhalefette de değil "taarruzda"
olmasına karşın yükseltilen "sansür" iddialarını...
Onlarca kişinin hayatını kaybettiği terör saldırılarının açıkça
savunulduğu ve teşvik edildiği yayınlara rağmen "medya özgür değil"
yalanlarını...
İktidar partisine, yöneticilerine ve ailelerine yönelik açık hedef
göstermelerin, iftiraların ve linçlerin ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirildiği hukuk kararları ortadayken "yargı bağımsız değil"
söylemlerini...
Tutmadı!
Her seferinde halk sandıkta oyunlarını bozup "siz karışmayın"
dedikçe dozajı artırdılar.
17-25 Aralık'ta ülkenin dev projelerine, işadamlarına, siyaset
kurumuna yönelik hukuk darbesine kalkıştılar.
Cevabı yine seçimlerde aldılar.
Sıra tetikçilerine geldi.
7 Haziran'da PKK, HDP'nin aldığı oya ve Suriye'de ABD'nin
kendilerine verdiği desteğe güvenerek halka karşı "devrimci bir
savaş" başlattı.
O soluklanırken IŞİD cinayetlere devam ediyordu. Arada da DHKP-C,
şu bu artık Allah ne verdiyse...
15 Temmuz'da ise bu üç yıllık kampanyanın final zamanının artık
geldiğine kanat getirdiler.
Beceremediler...
İçeride siyaseti, komplolarla, yalanlarla, terörle dizayn
edemediler. Türkiye'nin önünü açan, ülkeyi bağımsızlaştıran
siyaseti tasfiye edemediler.
Şimdi amaç Türkiye'yi "failed state" yani yönetilemeyen ülke
sınıfına sokmak.
Bunun için de geçen gün Antep'te yaptıkları gibi teröristlerini
halkın üzerine salıyorlar.
Kendi elleriyle çıkartmaya çalıştıkları yangını, gelip "bizim için
söndürecekleri" bir zemin oluşturmaya çalışıyorlar.
Irak'ta yaptıkları gibi...