Kuruluşundan bu yana Cumhuriyetin her
alanının "asli" sahipleri var. Siyasetin, hariciyenin,
ekonominin, akademinin, odaların, sanatın ve tabii ki medyanın
da...
Yıllarca yaptıkları rejim muhafızlığının karşılığını fazlasıyla
aldılar. Siyaset kurumunu, Kürtler, dindarlar ve azınlıklar gibi
çevrede tutulan ahalinin inançlarını, dilini, şivesini,
geleneklerini aşağıladılar. Rejim de karşılığında kendilerine
imtiyazlar sağladı.
Çok yetenekli değillerdi.
Ama bir acayip serbest piyasa koşulları yanlarındaydı. Eğer tüm bu
desteğe karşın rakiplerini tasfiye edemiyorlarsa, azınlıkların
mülksüzleştirilmesi gibi "icraatlar"imdatlarına
yetişiyordu.
Sıkı gümrük duvarları yalnızca ekonomik hayatı değil, kültür hayatı
da sınırlandırdığı için, Passoli'nin tabiriyle, yaratılan kültürel
çölde tüm vasatlıklarını mucize diye satmayı başardılar.
Son 10 yılda bu kast kırıldı. 40'larda Ankara'nın hem belediye
başkanı hem de Valisi olan (İlbay) CHP'li Nevzat Tandoğan'ın Ulus'a
girmesinler diye peşlerine zabıta taktığı o çevredekiler (the
others) "görünmeye" başladılar.
İşte bugün makamlarında, ekranlarında, köşelerinde peşin satan gibi
kasılıp "bunlar nereden çıktı" diye höykürenlerin
rahatsızlığı bundandır.
Siz bakmayın kibirleri Arş-ı ala'ya dayansa da, onu
bunu "köylü" diye küçümseseler de, çoğu taş çatlasa
kentli ikinci nesildir.
Ayrıcalıklı konumları burjuvalıklarından değil, hısımlarının
bürokrasideki memuriyetindendir.
Ve bildiğiniz üzere tarih boyunca en acımasız devrimlerin kaymak
tabakasını da, bu en görgüsüz ve hırçın ara sınıflar
oluşturmuştur.
Söylem üretme mekanizmalarındaki işleri onların mesleği değil,
varoluşlarıdır; diğerleri ise ne demekse "mayişli
gazeteci." Çoğunun isminin, babasının, annesinin, dedesinin
adı hatırlanmadan akla gelmemesinin nedeni de budur.