Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dün İran'da tüm dünyanın gözlerinin
çevrildiği "İdlib" konulu zirvedeydi.
Erdoğan, İran ve Rusya heyetleri ile gerçekleştirileceği üçlü zirve
öncesi Hasan Ruhani ile, ardından Vladimir Putin ile baş başa
görüşmeler yaptı.
Zirveden sonra yapılan açıklamalarda Moskova ve Putin'in Şam rejimi
ile ilgili "bilindik" rezervlerini koruduğu görülüyor.
Her iki ülkenin İdlib konusundaki tutumu genel olarak, Suriye'de
ABD'ye karşı nüfuz alanını genişletme üzerine kurulu.
Türk tarafının masadaki argümanları ise, 3 milyonu aşkın sivilin
yaşadığı kentteki "insani durumu" önceleyen bir içeriğe sahip. Bu
tutum bir tercihin ötesinde, İdlib'in nüfusu kadar Suriyeliyi
topraklarında barındıran Ankara için bir zorunluluk.
Kaldı ki sahada 12 kontrol notasıyla yükün büyüğünü omuzlayan
Türkiye, Suriye'de iç barışın sağlanması için hiçbir sorumluluktan
kaçınmayacağını da açıkça gösterdi. El Kaide bağlantılı radikal
unsurlara karşı yaptığı açıklamalarla, Suriye'de alana inen diğer
ülkeler gibi, "teröristten terörist beğenmediğini" de açıkça ortaya
koydu.
Zira her iki lider, özellikle Ruhani, Esad'la müzakere vurgusuna İdlib'deki sivillerin yaşam hakkıyla ilgili "değerli" ekler yaptılar.
Ancak hepimiz biliyoruz ki, sahada yaşananlar, resmi açıklamalarla çoğu zaman örtüşmüyor.
Sanırım üçlü zirve öncesi Rusya'nın İdlib'i bir kez daha vurması bunun en net örneği.
Dahası İdlib'de yaşananlar ve yeni bir göç dalgası gibi yakın tehlikeler yalnızca Tahran zirvesinin bileşeni üç ülkenin tutumuna bağlı değil. Suriye'de, özellikle Fırat'ın doğusunda PKKYPG'li teröristlerin açık destekçisi olan ABD'nin faaliyetleri de sorunun çözümü önünde büyük bir engel.
Dünkü zirvede İran tarafının, Türkiye'nin kendi güvenliği ve Suriye'nin demokratik dönüşümü için gündemde tuttuğu bu soruna karşı kısmen duyarlı yaklaşımı da kayda değerdi. *** Bu zirve bir kez daha tüm dünyaya Suriye'nin geleceği konusunda Türkiye'nin kilit bir ülke olduğunu gösterdi.
Bundan sonra "çağdaş dünyaya" düşen, insanlığın ortak birikimi olan değerleri bu coğrafyada temsil eden Türkiye'nin Suriye'deki etkinliğinin bir denge unsuru olarak artmasına destek olmak.
Aksi takdirde tüm Avrupa'yı ve dolaylı olarak ABD'yi etkileyecek, tarihin gördüğü en büyük demografik hareketlilik daha da artacak...
Ve mülteci kapasitesini fazlasıyla dolduran Türkiye'nin bu hareketliliği karşılamak konusunda "alternatiflere" yönelmesi de sürpriz olmayacak.