Aydınlanma Çağı'nın rüzgârı buralara biraz geç ulaştı. Ve ne
yazık ki bu dalganın getirdiği yegâne şey, Batının bu devrimin
çoktan tarihin çöplüğüne gömdüğü katı pozitivizmiydi.
İşte bu yüzden Cumhuriyetin elitleri ve onların oluşturduğu
inorganik sınıf, bilimselliği, sanatı, nefret ettikleri geleneğin,
yerelin ve tabii İslam'ın yerine adeta seküler bir din olarak
konumlandırdılar.
Yeni Cumhuriyetin sembolü, karanlığın "siyahı" karşısında aydınlık
aklın temsil ettiği "beyazdı." Bu aklın seküler müritlerini
gündelik pratiklerinden de çıkartabilirsiniz.
Örneğin cenaze törenlerinde, "Allah rahmet eylesin" yerine "Işıklar
içinde yat" gibi kalıpları tekrar etmeye bayılırlar.
Onlara göre inançlı insanların tüm eylemleri dogmatikliğin
esiridir, ancak kendileri içki içerek de gösterdikleri üzere
"bilimsel yaşam tarzına" sahiptir. Biliyorum komik geliyor. Ama her
yurt dışı seyahatten dönüşte, Frengistan'da kendilerini ecnebiye
benzeten insanların ne kadar çok olduğunu anlatmaktan bıkmayan bu
modern çağ çilecilerinin ve sanatla ilişkileri de bu denli sembolik
düzeydedir.
Hakikatin yerine mutlak gerçek sandıkları bilimsel doğrularını
koyanlardan tutarlık beklemek elbette hayaldir.
Zira onların bilimden ve sanattan beklentisi, ulus devletin
evrensele öğüt veren kapalılık trajedisinin kutsanmasından
ibarettir.
İslam'ın, geleneğin ya da doğululuğun sanattaki izlerini bile
tahammülleri yoktur. Türk edebiyatında bir kırılma yaratıp Nobel'e
hak kazanan Orhan Pamuk'a karşı dünkü ve bugünkü tavırlarına bakın
örneğin.
Pamuk bu büyük başarıyı kazandığında, Cumhuriyet aydınlanmasının
son temsilcisi Cumhurbaşkanları Ahmet Necdet Sezer yazarı tebrik
etmekten bile imtina etmişti.
Çünkü Nobelli yazar ulus devletin paradigmasını açıktan
eleştiriyor, insan hakları diyor, Mustafa Kemal'le ilişkisini
tapınma seviyesinde ifade etmiyor ve her şeyden önemlisi
Cumhuriyete aidiyetini teslimiyete bağlamıyordu.
O dönemlerde Orhan Pamuk'u küçümsemek, Nobel başarısını ülkesine
ihanet etmesine borçlu olduğunu söylemek ve eserlerine şişirme
demek adeta bir küçük burjuva eğlencesiydi.
Derken kültür endüstrisinin baskısına daha fazla dayanamayan Orhan
Pamuk çevredekilerin iktidarına çemkirmenin büyüsünü keşfedince bir
anda gözdeleri oldu.
Aziz Sancar'ın kimya dalında Nobel almasıyla, bu geç aydınlanma
çağı müritlerinin isteri krizleri yenden nüksetti. Normal olarak,
onlara göre Türkiye halkının çoğunluğun temsil ettiği "karanlığa"
karşı ABD'de yaşayan Sancar Hocanın başarısı bir başkaldırı
olmalıydı.
Olmadı! Zira Sancar Hoca "Osmanlı" falan diyordu, Anıtkabir'de
Atatürk için "dua" okuyordu, dahası Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın
davetlisi olarak Türkiye gelmiş ve ağırlanmıştı.