BU şekilde avlanmaya devam edersek, birkaç yıla denizimizde lüfer balığının kalmayacağı 2009'da yapılan bir araştırmayla ortaya konmuştu.
O dönemde lüfer 14 cm boyda avlanıyordu. Yani balık bir kez bile
üremeye fırsat bulamadan biz onu telef etmiş oluyorduk. Oysa,
sürdürülebilirliğin yolu bir canlıya en az bir kez üremesi için
izin vermekten geçiyor. Biz lüferi 14 cm iken avlayarak, onun yok
oluşuna kapı açıyorduk.
Biz denizlerinde stok araştırması yapmamış, denizlerinde ne kadar
balığı olduğunu bilmeyen bir ülkeyiz. Yine de balık avı rakamı
üzerinden lüferde çöküş olduğu fark ediliyordu.
*
O dönemde bir yandan Greenpeace, bir yandan Slow Food, Fikir Sahibi
Damaklar lüferdeki tehlikeyi görerek kampanyalar başlattılar. Slow
Food, İstanbul’daki lokantalarla 24 cm’nin altında lüfer
satmamaları için işbirliğine gitti. Hale baskın yapıldı, balıklar
ölçüldü. Kamuoyunda çinakopun yavru lüfer olduğu kavrayışı
oturtuldu ve lüferin avlanma boyunun yükseltilmesi talep
edildi.
2012’de lüferin avlanma boyu 14 cm’den 20 cm’ye çıkarıldı. Hükümet
korumacı bir politikaya niyet etmişti. Bu aynı zamanda, sivil
inisiyatiflerle diyalog anlamına da geliyordu.
Dönemin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker bir araştırma
yaptıracaklarını ve avlanma boyunun daha da yükselebileceğini
söylemişti.
Slow Food, Fikir Sahibi Damaklar, bu süre içerisinde denetime
ağırlık verdi. Alo 174 Gıda Hattı aracılığıyla 20 cm’nin altında
lüfer gördükleri her yeri şikâyet etmeye başladılar.
*
2014-2015 Ayadon Fırtınası ertesinde –ki balıkçı takviminde bu
fırtına Haliç’te bekleyen son balığı yerinden çıkarıp Adalar
bölgesine götürür- gırgır balıkçıları Adalar bölgesini talan etti.
Bu bölgede gırgır balıkçılığı yasak olmasına rağmen devlet yasayı
uygulamadı. Belli ki niyet, gırgır balıkçılarını iflastan
korumaktı.
*
Bu olayların ertesinde 2016 tebliği için STK’lar istişare
toplantısına davet edilmedi. Toplantıya sadece bürokratlar ve
balıkçı birlikleri katıldı. Toplantıda ekolojinin sözcüsü kimse
yoktu.
Bu arada Bakan değişmiş, alt kadrolarda da değişiklikler
olmuştu.
*
Derken, geçtiğimiz hafta yeni tebliğ çıktı. Lüferdeki çöküş göz
ardı edilerek avlanma boyu 20 cm’den 18 cm’ye düşürüldü.
Bu yetmez gibi, bir kereye mahsus olmak üzere Marmara’da 45 gün
ışıkla avcılığa izin verildi. Işıkla balığı yolundan çevirip ağla
sarmak katliam gibi bir şey. Denizde tüp patlatıp balık
yakalamaktan farkı yok. Balık fazlalığımız olmadığına göre, belli
ki bu izin büyük balıkçılar para kazansın diye çıktı. Bir gırgır
teknesinin denize çıkabilmesi için reisin ağustosta harcaması
gereken miktar 200 bin TL. Hepsi borç harç içinde.
*
Slow Food, Fikir Sahibi Damaklar’dan Defne Koryürek diyor ki:
“Dünya denizlerindeki ticari balıkların 2050 itibarıyla kalmayacağı
konuşuluyor. Bu bilgiye sahip olup da ekolojik koridorları,
kuluçkahane gibi çalışan içdenizleri korumamak bir ülkenin kendi
bacağına değil, beynine sıkması gibi bir şey.”
Yapılması gerekenler belli...
Ekolojik koridor olan İstanbul Boğazı’nda olta harici avcılık
yapılmamalı. Adalar bölgesi öncelikli koruma alanı ilan
edilmeli.
Bir kuluçkahane olan Marmara’da av baskısı azaltılıp sadece 20
metrenin altında teknelerin çalışmasına izin verilmeli. Lüferde
avlanma boyu 27 cm’ye çıkarılmalı.
Işıkla avcılığa hiçbir koşulda izin verilmemeli.