TÜRKİYE'de son bir yılda sivilleri hedef alan 10'dan fazla terör saldırısında 300'e yakın insan can verdi.
Suruç’taki saldırı ve Güneydoğu illerinde süren çatışmaların
yarattığı üzüntü belki bölge sınırları içinde kalmasa da, malum,
travmayı daha fazla yaşayanlar olaylara daha yakından, daha uzun
süre maruz kalanlar ve onların yakınlarıdır.
Ama artık toplumun geneline yayılan bir üzüntüden ve travmadan söz
edebiliriz. Zira 10 Ekim’den sonra şiddet büyük şehirlere sıçradı.
Çok iyi korunduğunu, istihbaratın güçlü olduğunu varsaydığımız
Ankara ile İstanbul’un göbeğindeki saldırılar psikolojimizi altüst
etti.
Endişeliyiz, korkuyoruz.
Biz hadi neyse... Ya çocuklar?
Şiddetle içli dışlı yaşamak zorunda kalan çocukların hasarlı
yetişkinler olmamasını nasıl sağlayacağız?
*
Koç Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi, Çocuk ve Aile
Çalışmaları Laboratuvarı Direktörü Doç. Dr. Bilge Selçuk, evde
anne-baba konuşurken çocuğun duyduğu olayları tam olarak
anlayamadığını ve tam olarak anlaşılamayan her şeyin kaygı hissini
artırdığını söylüyor: “Özdenetim becerisi çocuklarda henüz
tamamlanmadığı için yükselen bu endişe ve korku hisleriyle baş
etmek, bu duyguları kontrol etmek çocuklar için çok daha zor.”
Ayda bir bombaların patladığı şehirlerde herkesin konuştuğu tek
konu bu: “Evden çıkmayalım, kalabalık yerlere gitmeyelim, metroya
binmeyelim, sokakta şüpheli görünen kişilere dikkat edelim,
çocuklara da dikkat etmelerini söyleyelim.”
Ve söylüyorlar: “Aman oğlum, dikkatli ol, gözünü dört aç.”
Selçuk, bu tür tavsiyelerden kaçınmak gerektiğini anlatıyor:
“Çocuğa kontrol etmesinin imkânsız olduğu bir ortamda tehdit
unsurlarının olduğu bilgisini veriyorsunuz ve ‘Dikkatli ol, kendini
koru’ diyorsunuz. Bunlar çocukta kaygı düzeyini ve stresi arttırır.
Uzun süreli stres ve kaygı da hem fiziksel sağlığı hem de ruh
sağlığını bozabilir. Öğrenme, uyku ve yeme sorunları
oluşabilir.”