YANIP kül olmuş o sarı dolmuşun fotoğrafını görünce içim
çekildi.
Zira Beşiktaş’ta oturuyorum ve Beşiktaş’tan Taksim’e giden sarı
dolmuşlara düzenli olarak biniyorum.
Cumartesi gecesi iki patlama da yaşadığım mahallede gerçekleşti.
Annem, kardeşim ve en yakın arkadaşlarımdan biri Maçka’da, parkın
dibinde oturuyor. Ben ise stadın yanından o sarı dolmuşla geçeli
daha iki saat olmamış.
“O dolmuşta ben de olabilirdim” ya da “Yakınlarımı patlamada
kaybedebilirdim” noktasını çoktan geçtik sanırım.
Bu kanlı saldırılar o kadar hayatımızın içine girdi ki, herhangi
birinde herhangi birimiz olabilirdi, olabilir.
Kendi adıma tek tesellim, çocuğumun olmaması.
İnsan çocuğu yok diye sevinir mi hiç?
Bu ülkede insanın sevinçleri bile yaşamın akışına ters!
*
Ölenler, yaralananlar canımızı acıtıyor acıtmasına...
Ama galiba en çok, bunu fırsata çevirmeye çalışanlar, daha
bombaların dumanı üstündeyken erk sahiplerine yaranma çabasına
girenler can yakıyor.
Hiçbir şey olmasa, ayıptır.
Daha kaç ölü, kaç yaralı var bilinmezken başkanlık sistemini buna
bağlayan mı ararsınız, hiç alakası olmayan yerde bu kanlı
saldırıları barışçıl Gezi eylemleriyle başlatan mı
beğenirsiniz...
Stadın çatısından ceset toplanırken, evet, bazılarının derdi
bunlardı.
İnsanlığını unutmuş, kalbi kurumuş, vicdanını yitirmiş, izanını
kaybetmiş kimilerinin tek derdi makam, mevki ve güç. Kraldan çok
kralcı onlar.
*
Onları bırakalım da...
Biz ne yapacağız?
Hayat devam ediyor etmesine ama herkes hayatını değiştirmek zorunda
kalıyor.
Memleketten gidebilen gidiyor. Gidemeyen gitmeye çalışıyor.
Teker teker mahallelerden ayağımız kesiliyor. Beyoğlu’na gitmiyor
artık insanlar mesela. AVM’lerden uzak duruyorlar. Metrodan
kaçınıyorlar. Şimdi de Maçka Parkı’na ayak basmayacaklar. Oysa bu
park şehrin bu yanındaki insanların, özellikle de çocukların nefes
almak için sığındığı belki de tek yeşil alandı.
Her akşam bebeğini Maçka Parkı’nda gezmeye götüren bir arkadaşım
var. Bir daha götüreceğini sanmam. O bebek de artık betonların
arasında büyümeye, egzoz gazını soluyarak gezinmeye mahkûm. Ya da
gidecekler bu diyardan.
Yani, ne dersek diyelim, nasıl bir Pollyanna’cılığa sarılırsak
sarılalım, hayat devam etmiyor... Dilediğimiz kadar kendimizi
kandıralım.
Bu da demektir ki...
Alışmıyoruz, alışamıyoruz.
Sadece sağ kalmaya çalışarak geçen bir hayata nasıl alışır ki
insan?
Hem de her gün önünden sivillerin, askerlerin, kadınların,
işçilerin, çocukların cesetleri geçerken.
*
O akşam sarı dolmuştan inip Beşiktaş çarşısının içinden Ihlamur’a,
evime doğru yürürken taraftarlar sokağın iki yanındaki kaldırımları
doldurmuş, akın akın sahile iniyor, stada doğru yol
alıyorlardı.