BU ülkede karnını doyurabilmek için kar kış demeden her gün çekçekleriyle kendilerini yola vuran 500 bin kâğıt işçisi var.
Hepsi zor hayatlardan gelmiş, zor hayatlar sürüyorlar.
Savaştan, baskıdan, yokluktan kaçıp kente göç eden ve sokaklarda atık kâğıt toplayarak hayata tutunan insanlar bunlar. Kilosu başına 30 kuruş kazanan insanlar bunlar.
Kent sakinlerinin göz göze gelmek istemediği, rastlaşınca yolunu
değiştirdiği, pejmürde kıyafetlerinden gözlerini kaçırdığı,
tinerci, gaspçı diye baktığı insanlar bunlar.
Onlar toplumun görünmez insanları.
*
Kentler ‘tertemiz’ olsun isteniyor.
Öyle ki, sokaklara baktığımızda bu ülkedeki göçü, yoksulluğu veya
sefaleti görmeyelim...
Sitelerde yaşayalım, AVM’lerde sosyalleşelim, karton bardakta
kahveye 10 lira para bayılalım. Ve bu hayatı yaşamak için sıraya
girelim.
Rekabetçi yaşam kültürü diğer yaşam formlarını kentlerden
uzaklaştırıyor.
Adam sokaktaki kâğıt işçisine bakıp “Bazı standartları oturtmazsak
böyle oluruz” diye korkuyor. Sanki kâğıt işçisi emeğiyle parasını
kazanmıyor, sanki ‘kötü yola’ düşmüş.
Oysa onu toplum bu hale getirmiş. Seçilmiş iktidarlar tarım
politikalarını yetersiz bırakmış, çiftçiliği zayıflatmış, toplumsal
barışı sağlayamamış. Göçtüğü şehirlerde sokakta çalışarak hayata
tutunmaya çalışan bu insanlar bir de üstüne dışlanmış.
‘Kentsoylular’ tarafından ‘sefil’ ilan edilmiş.
Hayatı boyunca hakaret işitmemiş, zabıtadan kaçmamış, belediyeye
çekçeğini kaptırmamış bir kâğıt işçisi bulamazsınız.
Bir yerde bir hırsızlık olur; o bölgede kâğıtçılar yaşıyorsa toplum
suçu hemen onlara atfeder.
Böyle bir toplumsal ayıbın parçasıyız hepimiz.
*
Kâğıt işçisi sokakta başını eğerek yürür. Yerlerde kâğıt arıyordur
ama toplumun yüzleşmeme gerçeğini de biliyordur. Çoğunun kulağında
kulaklık vardır; duymak, görmek istemez. Kendisiyle ilgili ne
dendiğini de ona nasıl bakıldığını da bilir çünkü.
Kaçınız sokakta bir kâğıt işçisiyle karşılaştığında selam veriyor,
“Kolay gelsin” diyor? Bir çocuk kâğıt işçisine “Gel şu çikolataları
birlikte yiyelim” diyen oluyor mu? Bir paket kuru pastayla kâğıtçı
deposuna gidip çaylarını içen var mı?
Toplum bu insanlarla vicdan ve acıma ilişkisi üzerinden değil,
hayatın kendisi üzerinden bir araya gelmeli; onların hırsızlık,
arsızlık yapmadan hayatlarını kazandıklarını, yaptıkları işin bir
meslek olduğunu kabul etmeli.