KÜÇÜKKEN bir oyun oynardık.
Sokakta bir yabancıyı seçer, hikâyesini yazardık. Tutar mıydı bilmem. Bir çocuk bir insanın niye o insan olduğunu ne kadar anlayabilir?
Ama artık büyüdük; insanları, toplumu, devleti tanıdık; hikâyeleri pek de zorlanmadan kestirebiliyoruz. Hadi gelin, şu oyunu oynayalım. Firuzağa zorbalarının hikâyelerini yazalım; neden bu halde olduklarını tahmin edelim.
*
Maalesef söylemek zorundayız ki, bu zorbalar ayrımcılığı ailede öğrenmişler. İnsanın böylesine kin ve nefretle dolması ancak, durmadan kin ve nefret havası esen bir aile ortamında büyümesiyle mümkün olabilir. Belki anne-babaları kardeşleriyle onları birbirlerine düşürmüş; belki onlar arasında ayrım yapmış; belki babaları annelerini mağdur etmiş, yıldırıp sindirmiş.
Anne-babaları ya bu zorbaları şımartıp temelsiz bir özgüven sahibi olmalarına neden olmuşlar... Ya da onları durmadan tersleyip onlara işe yaramaz insanlar olduklarını hissettirmişler. Onlar da hiç şüpheniz olmasın, ailelerinden gördüklerini şimdi kendi çocuklarına uyguluyorlar.
Bu zorbaların kız kardeşleri varsa, aile içinde kız kardeşlerine kıyasla onlara hep daha toleranslı davranılmış, eşitlik ve adalet anlayışlarının gelişmesi küçük yaşlardan itibaren engellenmiş. Kadınlara ayrımcılığı ailede görmeseler bile sülalede görmüşler, mahallede görmüşler, okulda görmüşler, televizyonda görmüşler.
Etraflarındaki kız çocukları evden çıkamadan büyüdükleri için, onlar dışarıda gördükleri her kadını ‘hafifmeşrep’ bellemişler. Hele de içki içeni, aklına geleni söyleyeni, çalışıp kendi parasını kazananı düpedüz cehennemlik bilmişler. Bunlar kadınlara saygı duymamayı çok küçük yaşlarda öğrenmişler.