Bir önceki yazımda belirttiğim gibi 29 Ekim’e daha epeyce zaman olmasına rağmen Türkiye’nin dış politikasının 100 yıllık muhasebesi şimdiden yapılmaya başlandı. Kimileri günümüze tarihten bakarak değerlendiriyor, kimileri de tarihi gelişimi üstünden okuyor. Doğal olarak eleştiren de var öven de. Benim gibi dönüm noktalarında anlamlandırmaya çalışan da, feminizm ya da başka bir kuramsal çerçeveden değerlendiren de.
Diğer konuları başka yazılara bırakıp kaldığım yerden devam edecek olursam, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yalnız kalan, Sovyetlerin toprak ve üs taleplerine direnen Türkiye’nin talihi biraz kendi ısrarı, biraz da savaşın galibi ve yeni kurulan sistemin tartışmasız hakimi Amerika’nın Sovyetlere olan bakışının farklılaşması sayesinde değişti.
Amerika Türkiye’yi 1946 yılının başından itibaren kendi stratejisi açısından önemli bir ülke olarak görmeye başladı. Savaş sırasında Washington’da ölen Büyükelçimiz Ertegün’ün naaşını Türkiye’ye getirmek gerekçesiyle zamanın en önemli savaş gemilerinden biri olan Missouri iki destroyer eşliğinde 1946 Nisan’ında İstanbul’a gelince Türkiye’nin yeni dünya düzeni içindeki yeri belli oldu. Sovyetler’den uzaklaştı...