Algı önce felsefecilerin, sonra da psikologların üstünde çok durduğu, çok şey söylediği bir konu. Bazısı varlığını algısına bağlamış, kimi de algılamanın ne şekilde çalıştığını anlatmış. Varılan nokta da sanırım algılamanın algılananla algılayan arasında çevresel faktörleri de içeren ama içinde duyularımız ve biyolojik yapımız da olan özneler arası bir inşa süreci olmuş. Siyasetin her türlüsünde, özellikle de dünya siyasetinde algının önemi vurgulanmış.
Bugün artık dünya siyaset hiyerarşisinde devletlerin yerini tankları, topları, ekonomik gücü kadar algılanan özellikleri belirliyor. Dost-düşman kategorileri algıyla, anlatıyla, söylemle şekilleniyor.
Muhatabınıza bir şey yaptırmak istediğinizde, çıkarlarınızı korumak için çaba harcadığınızda sizin hakkında ne düşündüğünü bilmeniz, düşüncesini yönetmeniz, belki onun size bakış tarzını değiştirmeniz gerekiyor.
Çünkü güç ilişkilerinin önemli bir boyutunu algı oluşturuyor. Siyasetini ya da tavrını değiştirmek istediğiniz bir aktörü tehdit etmeden veya mükafaat vaat etmeden etkilemenin en kolay yolu onun size değer vermesini sağlamak, stratejik anlam dünyasında kendinize yer bulmak. Bu bazen demokrasinizle, bazen...