Sadece çocukluğumda değil gençliğimde de yoktu. Çünkü Google 1990’lı yıllların sonuna doğru Larry Page ve Sergey Brin adlı iki doktora öğrencisi tarafından kurulduğunda ben 40’lı yaşlarıma çoktan gelmiştim. Bilgisayarla tanışmış, ilk kişisel bilgisayarımı nerdeyse 20 yıl öncesinde edinmiştim. Ama bir arama motorunun faziletlerinden henüz yararlanamamıştım. Bilgi aktarım teknolojileriyle de sanırım ilk kez dedemin “ajans haberlerini” dinlediği lambalı radyosu vasıtasıyla oldu. Evin çoçuklarının dokunması yasak olan bu radyo öğle saatlerinde törenle açılır, dedem saat tam 13. 00’de radyosunun karşına büyük bir ciddiyetle otururdu. O haber dinlerken evde çıt çıkmaz, hayatın gündelik akışı dururdu. Hatırladığım dedemin sade kahvesini radyosunun kocaman ekranının arka planında yanmakla sönmek arasında gidip gelen ışıklarına bakarak yudumladığı, loş, perdeleri hep kapalı misafir odasındaki mutlak sükunetin hayal dünyamın sınırlarını zorladığı. Beni en çok zorlayansa bu garip kutudan nasıl olup da insan sesinin çıktığı, haberlerin aktarıldığı hatta içinde şarkıların söylediğiydi.