Çin önce devrimi ve ideolojisiyle, sonra Kuzey Kore, Kuzey Vietnam gibi ülkelere verdiği desteğiyle, ardından da hızlı büyümesi ve ekonomik güçlenmesiyle Amerika’yı ve biraz da yakın komşularını huzursuz etti. Bir süredir de artan askeri gücü, karşılıklı bağımlılığı pekiştiren projeleriyle rahatsızlık yaratıyordu.
Obama’nın döneminden itibaren Amerika’nın stratejik ilgisi Çin’e yoğunlaşmaya başlamıştı. Askerler kaydırılmış, Çin’in çevrelenmesi için ittifaklar kurulmaya çalışılmış, gerekliliği tartışmaları ziyaretlerle Tayvan sorunu canlı tutulmuştu. Çin şirketleri de olası casus yazılımlar nedeniyle ve anlaşılması zor muhtelif gerekçelerle kara listeye alınmış, Çin’le olan ticaret fazlasını dengelemek için kural dışı tedbirler uygulamaya konmuştu.
Bu rahatsızlık öyle bir düzeye çıkmıştı ki ciddi bir akademisyen Çin’le Amerika’nın çatışmasının mukadder olduğunu yazan bir kitap bile yayınlamıştı. Graham Allison, Peloponez Savaşını Yunan trajedi geleneğine uyumlu bir şekilde kayıt altına almış Tukidides’den hareketle iki ülkenin tuzağa çekilebileceğini okurlarıyla paylaşmış ama asıl Çin tehlikesine kamuoyunun dikkatini çekmişti.
Tam da Çin’in tüm dünya için ne...