Dünya siyasetinde başarılı olan devletler değişen koşullara uyum sağlayabilenlerdir. Çünkü devletler sistem içinde var olurlar. Bazıları sistemi etkileyebilme, değiştirebilme imkanına sahiptir. Bazıları da sistemdeki değişikliklerden etkilenir. Türkiye ne yazık ki ikinci kategorideki ülkelerden biridir. Zaman zaman sistemsel etkisi hissedilse de, etkilenme olasılığı etkileme potansiyelinden daha büyüktür.
Türkiye gibi ülkelerin başarısı sistemsel değişimleri empoze edebilmesiyle değil kendi varoluşsal çıkarlarını, refahını ve esenliğini koruyabilmesiyle ölçülür. Bu da ancak içinde var olduğu sistemle iyi geçinmesiyle, dalgalanmalarını iyi hesap edip ona göre politika geliştirmesiyle mümkündür. Bu yüzden de coğrafi determinizm ya da aidiyet gibi sabit faktörler yerine esnek değişkenlerle siyaset üretmek, dünyaya bakmak zorundadırlar.
Türkiye zaman zaman sendelese de dünya dengeleriyle senkronize olma potansiyeli yüksek olan bir ülkedir. Elindeki kısıtlı imkanları özellikle de son iki yüz küsur yıllık tarihi boyunca akıllıca kullanmış, kullanmadığı an ve zamanlarda da bedelini ağır biçimde ödemiştir. Cumhuriyet döneminde de, öncesinde de bir büyük devletten gelen tehdidi, diğerine dayanarak, kendisine muhatabının stratejik anlam dünyasında yer açarak bertaraf etmiştir.
İki dünya savaşı arası dönemde önce İngiltere’ye karşı Rusya’ya yaslanmış, sonra da İngiltere’den yararlanarak Rusya’nın artan gücüne ve etkisine karşı direnç göstermiştir. II. Dünya Savaşı sırasında da İngiltere ve Fransa ile olan ittifakına rağmen Almanya’yla da işbirliği yapmış, hem savaş dışı kalmayı, hem de savaşan taraflardan optimum faydayı sağlamayı başarmıştır.