Kadına uygulanan şiddet küresel bir sorun. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) her üç kadından birinin şiddete maruz kaldığını tespit etmiş. WHO’nun 2017 raporuna göre ölümle sonuçlanan şiddet olaylarının yüzde 38’i kadınların yakınları tarafından gerçekleştirilmiş. Kadına karşı şiddetle eğitim düzeyi, şiddeti uygulayan erkeğin önceden maruz kaldığı şiddet, aşırı alkol kullanımı, kadın üstünde mülkiyet iddiası ve şiddeti kutsayan kültürel anlayış arasında orantısal ilişki varmış. Yani eğer Dünya Sağlık Örgütü’nün tespitleri doğruysa Türkiye’de kadına karşı şiddeti sonlandırmak için öncelikle eğitime, ataerkil değerlerin sorgulanmasına, çocuğa karşı şiddetin ortadan kalmasına ihtiyacımız var. Caydırıcı cezalar ve şiddete maruz kalma olasılığı olan kadınları korumak tabii ki gerekli ama en az onlar kadar gerekli olan kadına tahakküm etmeyi meşru gören, şiddeti kutsayan kültürün değişmesi için çaba harcamak. Ki bu da hiç kolay değil. *** Çünkü dizilerden sinema filmlerine, ders kitaplarından tarih anlatımıza kadar pek çok alandan, eril dilimizden, günlük hayatımıza sinmiş ayrımcılığı sinsi sinsi özendiren kelimelerden söz ediyoruz. “İşadamı”, “bilim adamı” derken eşitsizliği yeniden üretiyoruz. Futbol kulüplerimizi desteklerken ya da maçta hakeme kızarken söylediklerimizle cinsiyetçilik, yani bir tür ırk ayrımcılığı yapıyoruz.