Katalonya’nın bağımsızlık ilanı ve sonrasında yaşanan gelişmeler ifadesini BM Şartı’nda da bulan “kendi kaderini belirleme hakkının” yeniden tartışmaya açılmasına neden oldu. Geçtiğimiz yüzyılda neredeyse kutsiyet atfedilen bu anlayışın değişmesi gerektiğini ben de bu köşede dillendirdim. Sorunun artık sömürgelerin bağımsızlığıyla ilgili olmadığı, Katalonya dışında pek çok bölge ve ülkede ayrılık talepleri bulunduğu, bu taleplerin de meşruiyetini kendi kaderini belirleme hakkı ilkesinden almaya çalıştığını söyledim. *** Benim önerim “kendi kaderini belirleme” kavramı ile “hak” kavramı arasındaki bağın kopartılması gerektiğiydi. Bunun için de BM Şartı, BM Genel Kurulu kararları ve Uluslararası Adalet Divanı içtihadı başta olmak üzere bu mecrada yaratılmış norm ve uygulamaların dünyanın barış, güvenlik ve istikrarı açısından gözden geçirilmesini sağlayacak kapsamlı bir hukuk çalışması için konferans düzenlenmesiydi. Ben bu tür bir konferansın gerekli siyasi altyapısının olduğu kanaatini taşıyordum, hala da taşıyorum. Çünkü artık sorun “başkalarının” sorunu olmaktan çıktı, dünyada hemen her devletin yüzleşmek zorunda olacağı bir sorun haline geldi. Avrupa’nın neredeyse her ülkesinde ayrılıkçı talepler gündeme geliyor, bu talepler kimi zaman Katalonya gibi emsallerden, kimi zaman da ayrılığın özünü oluşturan anlayışın tamamen dışındaki nedenlerden tetikleniyor. İtici gücünü milliyetçilikten alan ayrılık, bazen de başka bir ülkeyle birleşme talepleri meşruiyetini kendi kaderini belirleme hakkına dayandırıyor. Oysa kendi kaderini belirleme hakkı tamamen farklı bir siyasi konjonktürde ortaya çıkmış ve desteklenmişti.