Huzur, muhtemelen hepimizin aradığı ama bulamadığı bir ruh hali. Mücadele etmek, kendimizi korumak zorunda olmadığımızı düşündüğümüz ender bir an. Bir tür aşkınlık, hatta boş vermişlik durumu. Kendimizle barışık olduğumuz bir zaman dilimi. Dolayısıyla da gelip geçici. Ve belki iyi ki de öyle. Çünkü huzur sürekli olsa kaygı olmaz, insan toplulukları şimdiki kadar teknolojik ve tabii ki ekonomik ‘ilerleme’ kaydedemezdi. Düşünsenize insan huzurlu olsa bırakın fiziği, kimyayı bir yana psikolojiye, sosyolojiye, hatta siyasetin bilimine ihtiyaç olur muydu? Elindekilerle yetinse, daha fazlası için didinmese, ekonomi biliminin anlamı kalır mıydı? Talep olmayan yerde arz mı olurdu? Daha doğrusu üretim ve tüketimde bu denli çılgınlık mı yaşanırdı? Belki de tarihin gerçek motoru huzursuzluğumuz. Korkuyu da, talebi de besleyen o. Ama yine de huzura ihtiyacımız var.