28 Şubat’ın yirminci yıl dönümünde yazıyorum. Yıllar çok çabuk geçti. Yıllar değil, günler bile çok yavaş, çok zor geçti. Bu hikâyede çabukla yavaş, birbirini sıfırlayan, birbirini boşa çıkaran, hasılı, yokmuş gibi olan mefhumlar değil. Bilakis çabuk olduğu kadar yavaş o sebeple de çabuk ama ne de çabuk, yavaş ama ne de yavaş sorularına cevap bulduğunda insanı bir değil iki defa hançerlercesine acıtan bir sizi, inleme, üzüntü, çöküntü ve daha fazlasıyla geçti. 28 Şubat zihniyetinin ana aktörü CHP’nin yani DSP’nin yani SHP’nin fırsat bulsa DHKP-C’nin (listeyi uzatalım mı daha…..) ve yan ürünü olan ANAP ve MHP’nin, CHP zihniyetinden beslenen ve kendine takiyye ile alan açan FETÖ’nün güçlerini birleştirerek bu millete “ettikleri” çabucak akıp giden zamanla insanları eğitimlerinden, mesleklerinden, ileriye dönük hedeflerinden, rüyalarından, hülyalarından yani geleceklerinden, yani kendilerini idrak etmekten, yani kendileri olabilmekten bir anda koparıverdi. Işık hızı ile geçti zaman. Çabucak. Okula gidilecek yıllar, ağlamak yerine gülünecek yıllar, yaş tutmak yerine bulutlar üzerinde başarıdan başarıya koşulacak yıllar bir anda geçti. Yoktu o seneler. Olmadı onlar. Yüzler buruştu, omuzlar çöktü, hızlıydı geçen zaman belki ama yanında götürdüğü de çöktü. Ol-ma-dılar. Ola-madılar.
Biliyor musunuz ne? Belki bir itirafta bulunsanız, evet yaptık ve çok yanlış yaptık, keşke yapmasaydık, pişmanız, çok pişmanız deseniz belki bir umut ışığı görür insanlar sizde. Ama hayır, siz hiç o alanlara girmeden insanların gözünün içine baka baka yalan söylemeyi tercih ediyorsunuz.