Besmele ile başlayalım. Bir haber…öyle beklenmedik…öyle beklendik…öyle “olmalı” ve bir o kadar öyle “olamayan”ın…uzun ince bir yol…uzun taşlı bir yol…şerit halinde gözden geçen alıntılar. Aslında haber Türkiye’nin hikayesinin haberi, aslında bu ülkenin Müslüman kadınının anlatısı. Şalcı Bacı’yı ölüme götüren yolda sürükleyerek isyanına ket vuran jandarmalardan başlayan bir hikayenin haberi bu. Medine Bircan’ın hastane kapısında yoktan yere “yok oluşunun” anlatılışı bu. Bir başka kadının doktorunca hakir görülüşünün adı bu. Öyle ki o hastanede büründüğü çarşafının hesabına çekilirken, bir kapıdan, hayır bir pencereden evet bir tuvalet penceresinden okuluna girmeye çalışan öğrencinin anlatısı da bu.
Haberin içinde yok yok. Menderes’in nazik duruşunda tecessüm eden vicdan çığlıkları da var, Evren canavarının elinde hayatı kararan nesillerin ahları da var. Bir sonbahar sabahı Türkiye’nin üzerine üşüşen karabulutların “yasağı” kaç kadın, kaç anne, kaç evlat, kaç doktor, kaç öğretmen, kaç sanatçı, kaç bilimci, kaç mühendis, kaç müfettiş, kaç hayat, kaç rüya, kaç hayalin bedeli olan acıların hikayesi bu. Şer gibi