Bayramı uğurlarken her şeyi bir perspektife koyalım bugün. Biraz uluslararası ilişkiler, biraz evrenlerarası ve ötesi arasındaki ilişkiler, biraz da hepsini içine alıp yutan varoluş açısından. Önce kendimize şu tartışmasız gerçeği hatırlatalım. Biz kul olmak için yaratıldık. Kul olmak. Sadece kul olmak. Rabbimize ibadet etmek, O’nun tekliğini ikrar etmek için yaratıldık. Bu kadar önemsiz gibi ve edilgen. Diğer taraftan eşrefi mahlukat olarak yaratıldık. Yaratılmışların en şereflisi olarak. Ne kadar ilginç değil mi. İnsan dediğin bütün mahlukatın en üstünü. Ancak aynı zamanda hiçbir diğer canlının yapmayacağı kadar kötülük sahibi. Nankör ve vahşi. Rabbine karşı, hemcinslerine karşı. O denli dalalette ve cahil. Rabbimizin buyurduğu üzre, insan hüsrandadır. Kayıp, yokluk ve daha fazlası. İman edenler ve salih amel işleyenler hariç...
Bir taraftan kendini yaratan Rabbının dünyadaki halifesi, diğer taraftan hüsran içinde bir inkarcı. Bu ikisinin arasında dünya gailesi ile boğuşan bir varlık. Günün sonunda, yemek yenecek, uyunacak, maişet kazanılacak, hastalıktan arınılacak, karın doyacak, günse gün, aysa ay, yılsa yıl birbirini kovalayacak. Bütün bunlar arasında var olan tek resim, asıl perspektif unutulmayacak, o da yetmez, o çerçeveden çıkılmayacak, kelime-i tevhid dil ve hal ile ikrar edilecek. Bağırılacak. Duyurulacak. Yaşanacak.
Öyle münafıkça da değil. Burada bir türlü, diğer tarafta başka türlü değil. Bu yakada sizdeniz, diğer yakada da sizdeniz diye değil.