Ulus-devletlerin resmi tarihleri “düzleştirilmiş muhasebelerin” bir ürünü olarak ortaya çıkar. Tek tonlu ve renksizdirler. Renksiz derken renklerin ötesinde bir şey kastediyorum. Çeşitlilik arz etmezler yani. Yoksa hareketlidir. İnişleri çıkışları, heyecanları, kavşak dönümleri varmış gibi gözükür ama biraz geriye adım adım, resme belli bir mesafeden bakınca, aslında hiç de hareketli olmadığını tesbit edebilecek kadar durağandırlar mesela. Tek renkli ve durağan. Tek sesli de. Mevzubahis ses de bir hikaye anlatır, o hikayenin bütün kıvrımlarını ulus-devlet insacıları ki bunların arasında “mühendisler” de vardır şantiyede çalışan “işçiler” de vardır nakış gibi işlerler. Bu nakış hata kabul etmez, sonra sırıtır çünkü, o zaman çok dikkatli bir şekilde bir elde tığ bir elde iplik nakşedilir kaşnağa. Fazlalıklar sökülüp alınır, düğümler arka plana saklanır, yüzü ve tersi arasında fark bariz, nakış bu şekilde tamamlanır...
Resmi tarihler tam gerçek değildir, gerçeği yansıtmaz denemezse de gerçeklik parçacıklarını farklı şekillerde birleştirerek eskisinden farklı yepyeni bir design ile kollektif ulusal tecrübe olarak sunar. Bizimkisinde Çerkes Ethem “isyanı” ile yerini alır mesela. Çerkes Ethem gerçek midir, yoksa hayal mi, gerçektir tabii. Yaşamış bir Osmanlıdır. Ancak isyanla anılması ne denli gerçektir...