Bir taraftan ulus-devlet sınırlarının flulaştığı ve dolayısıyla anlamsızlaştığı bir dünya okuması üzerinden yürüyen tartışma zemini diğer taraftan da buna direnen, hayır henüz ulus-devletler geçerliliğini kaybetmedi diyenlerin zemini milliyetçilik, ulus-devlet ve uluslararası ilişkiler teorileri çerçevesinde mukayese ediliyor. Brexit oylaması ile alakalı olarak gelişen siyasi konjonktürün değerlendirmesini nasıl yapmalıyız şimdi?
Ulus-devletlerin hızla tükendiğini küresel bir köyün yerine geçtiğini iddia edenler milliyetçilik zemininin hızla kaydığına güvenerek tezlerini savundular. Felsefi altyapılarını da Avrupa Birliği başta olmak üzere oluşturulmuş, ekonomik, siyasi veya askeri koalisyonlara dayandırdılar. Kimi zaman ekonomik birlik daha sonra siyasi birliğe yerini bırakır argümanı etrafında kenetlendiler kimi zaman da tam tersi, önce siyasi birlik oluşsun ki ekonomik işbirliği tabii olarak gelişebilsin dediler. Hatırlayalım ki Avrupa Birliği ekonomik işbirliği nüvesi üzerine geliştirilmişti. EEC dediğimiz European Economic Cooperation yerini daha sonra EU’ya yani Avrupa Birliği’ne bırakmıştı. Buradaki amaç ülkeler arası işbirliğinin o denli fazla olması ki zaman içinde ortak bir siyasi kimlik etrafında kenetlenebilmeleri umuluyordu. Hiç şüphesiz, grubun üyesi olmak serbest dolaşım, ticaret haklarını da beraberinde getirdiği için üyelere avantajlar sağladı. Ancak unutulan bir şey vardı, önemli bir şey.