Dün bir davete icabetle bir okuldaydım. Dışarıdaki yağmurlu ve soğuk hava, daha okulun kapısından girer girmez nasıl da çocuk çığlıklarından oluşan ışıklı bir atmosfere doğru dönüşüvermişti. Balkan göçmeni, Sinop, Pötürge, Adıyaman, Tokat, Trabzon ve Erzurum ağırlıklı ailelerin oturduğu semtin rengarenk çocukları, koşuşturup duruyorlardı özenli bir bakışla dizayn edilmiş okul koridorlarında. Konuşma ve kitap imzasının icra edileceği orta büyüklükteki salonda, genç bir öğretmen Hanımefendinin dikkatle hazırlanmış takdimini müteakip dinleyici çocuklardan oluşan o büyülü evrenin kimbilir kaçıncı defa karşısındaydım işte. O saf ve biraz mütecessis bakışlar, kendi aralarındaki fiskoslar, ellerindeki kitabın sayfalarını bir defa daha çevirip, orada yazılanlarla bendenizi özdeşleştirme çabaları… Sonra bazı dünya fiskelemeleri. Büyükler ve onların dünyaya, çocuklara yapıp ettikleri üzerine birkaç kelam. Ve sonra o başka bir mantık uzayındaki canım sorular sorular. Aklımın erdiği kadar vermeye çalıştığım cevaplar. Ama bazan aklımın takılması; çocuklar için yazarken onlara bir şey öğretmek için değil, onlardan bir şey öğrenmek için yazan biri olarak o anda dünyada cereyan eden bambaşka olaylara kayıp giden aklımı havalandıran çocuk kahkahaları. Ve elbette dünyada olup biten kötü şeyler için attığımız yüksek oktavlı protesto çığlıkları.