Bahardan kalma bir günün içine iniyorum Diyarbakır’a. Geleneksel usûl üzre elindeki minik sürahileri şıngırdatan şerbetçi amcanın hakiki şerbet seslerinin arasından giriyorum şehre. Bu güzel başlangıcı merkezin etrafına uzanmış çarşı sokaklarındaki çayhanelerle ilerletiyorum. Çayhanelerde iskemlelerin etrafında minik sohbet halkaları var. Türkçe/kürtçe birbiriyle canciğer ilerleyen muhabbete sarma sigaralar, bazı ellerde gördüğüm kehribar tesbihler ve elbet ‘kaçak’ çaylar eşlik ediyor. Merkezdeki esnaf sokakları oldukça canlı. Mobilyadan tuhafiyeye, tütünden kasaba, kuruyemişçiden şalvarcıya her şey var. Ama en çok da çayhaneler ve ciğerciler göze çarpıyor. Biraz dolaşınca kaçınılmaz olarak karşımıza çıkan Ulucâmi ise her zaman olduğu gibi heyecan verici. Taş işçiliklerinin hemen her türünün sergilendiği câmi, içeride ve avluda ağır taş müzikleri icra ediyor.