Bunaltıcı sıcakların içinden geçmeye başlayan şehirden yola çıktığımda rotanın nereye kadar ulaşacağı hakkında bir fikrim yoktu. İlk hedef Samsun olmakla birlikte sonrası zuhurata tâbi idi. Derken kendimizi Sürmene’nin bir dağ köyünde buluverdik. İstanbul’dan aşina iki dostla gecenin içinde buluşup ceketsiz oturulamayacak bir serinliğin içine daldık. Hava biraz kapalı olsa da yıldızlar bütünüyle kayıp değildi. Hamsiköy sütlacına eşlik eden demli çaylar ikiyüz yıllık evin bahçesindeki meclisimize ayrı bir mehabet ve şetaret katıyordu. Ev sahibi, İstanbul Hukuk’ta üç yıl okuyup sağlık sebebiyle okulu bırakan ve sonra öğretmenlik yapıp emekli olan, İstanbul’un kültürel muhitinden bir çok simayı yakînen tanıyan, evinin bir odasını hususî kütüphaneye tahsis eden güngörmüş bir beyefendi idi. Eski günleri, eski İstanbul’u anlatırken değişik detaylara giriyor, arada bir kültürel tecessüslerinin peşinden bizi de koşturuyor, bu arada değişik latifeler yapmaktan da geri durmuyordu. İkiyüz yıllık, restore edilmiş evini bize gezdirirken bir karadeniz evi hakkında daha önce hiç bilmediğim ayrıntıları, incelikleri öğrendim. Derken gecenin içinde birden salâlar okunmaya başladı.