"Cehalet ne güzel , her şeye verilecek bir cevabı var” sözünü ilk duyduğumda, yaptığım ilk şey, kendimin her soruya cevap verip vermediğini düşünmek olmuştu. Ve artık çok az kullanılan “bilmiyorum” sözünü söyleyen kimseyle karşılaştığımda yükselen sarılma isteğinin kökenlerine doğru adımlamıştım. Herkes her şeyi biliyorsa, her şey niye böyle? Her şeyi bilemez, her soruya cevap veremeyiz ama günlük hayatta bu gerçeği temelinden sarsmaya çalışan câhil örnekleri sıkça görürüz. Merhum İbnü’l Emin Mahmut Kemal istemeden kulak misafiri olduğu iki kişiyi biraz dinledikten sonra dayanamaz ve hiddetle o iki adamın birine şöyle der: “ Sen câhilsin!” Sonra diğer adama döner ve ekler: “ Sen câhil bile değilsin!” Bilge insan câhile pek bulaşmamaya çalışsa da bu pek elinde değildir. Çünkü câhil gelip ona bulaşır. Nasıl ki trafikte sizin çok usta bir şoför olmanız, bir aceminin gelip size çarpmasına mâni olamıyorsa, hem câhil hem saldırgan kimi eşhastan korunmak da her zaman mümkün olmuyor. Kargayla bülbülü aynı kafese koymuşlar ve karga şikayetçi olmuştu hani: “Beni bu çirkin sesli kuştan kurtarın!” diye gaklamıştı. Bülbülün hâlini düşünebiliyor musunuz? Bir bilge ile câhil tartışırken de vukû bulan kargalıkları sık sık görüyoruz kimi laklak programlarında. Bu yüzden nacizane kanaatim odur ki bülbüller bülbüllerle, kargalar kargalarla cem olmalı ki ahenk bozulmaya. Vah o ârif kişiye ki bir nâdanla sohbete mecbur kala.