Adamım boşluktaki karsızlığa bakıyordu. Kar yağmamış yerini de bir şey almamış, alamamıştı. Bazı boşlukların dolmadığını biliyordu ama bu kadarı da fazla mıydı ne? Sonra bir de şu yok muydu: Sanki, kar yağarken arada kalan boşlukların derinliği, kar yağmazkenki boşluktan daha büyüktü. Derken bir insan daha tanıyordu adamım. Ne kadar ışıklı, naif, içine doğru yürümekten sürekli incelmiş bir can. Sonra dışarı doğru yürümeye başlar başlamaz dünyaya bulaşan ve giderek kabalaşan, karanlıklaşan, canavarlaşan sonra da gözden kaybolan başka canları/zanları düşünüyordu. Birinin içinden çıkamıyor, diğerinin içine giremiyor hissi veren şey yalnızca perspektif miydi? Mezat salonundaki bitirim tellal eline alıp teşhir ettiği her ufak tefek parçadan sonra ‘sat sat sat saaaat tım’ diye bağırıyordu. Bazan satamadığı bir parçayı ‘çek çek çeeeek tim’ diye tezgâha koyuyordu. Adamım mezatı izlerken tellalın kendisini sattığını düşündü. Kaç para ederdi acaba? Yoksa satılmayıp tezgâha geri mi konurdu? Kelimelerden bir hamak kurmuştu adamım, içinde yan gelip yatıyordu.