Onu ilk otuzbeş yıl önce görmüştüm ve sonra Maraş-İstanbul arası gidiş gelişlerde bazan bir otobüsün, bazan bir arabanın penceresinden hep selamlamıştım. İki gün önce ona yaklaştım, içinde ilerledim ve eteklerine ayak bastım. “Hasan dağı Hasan dağı, eğil eğil bir bak…” Ruhi Su’nun kırk yıldır içimde yükselen eşsiz yorumu ile dağın görüntüsü nihayet cem oldu. Aksaray’daki aziz dostum Zeynel Abidin Koyuncu’nun müşfik mihmandarlığı eşliğinde Hasan Dağı’nı bu defa daha yakından müşahade ettim. Zirvesi hâlâ karlıydı dağın. Oradan Erciyes’e, ve dağlara bakan adama, yani ki Dursun Çiçek üstada bir selam çaktım. Sonra sıkı bir yağmur ve doluyla yakın temas eyledim dağın içinde. Çiçekleri, ağaçları, eşekleri, inekleri, koyunları, keçileri, kelebekleri, suları, küçücük gölleri, börtü böceği bir de dağın eteğinde izledim. Başı dumanlı dağı akşama doğru şehre dönerken pırıl pırıl bir güneş altında ardımda bıraktım. Ama o bizi izliyordu.