Artık “gülmeye değer bulmadığımız şakalar” yanında, mırıldanmaya değer bulmadığımız şarkılar, oturmaya değer bulmadığımız evler, duymaya değer bulmadığımız sözler de “değer bulmadıklarımız” koleksiyonuna eklendi mi, eklendi. Peki ne geldi yerlerine? Daha iyileri mi, daha hızlıları, daha tüketilirleri, daha prafan, daha fabrikasyon olanları mı? Bir yerde unutsak üzülmeyip hemen yenisini alıp yerine koyacağımız şeyler mi? Zincir ebediyyen koptu, ahenk ebediyyen kesildi mi? Muzaffer Ozak Efendi demişti ki: “Cebindeki paranın ebediyyen senin olmasını istiyorsan; o parayla açları doyur, çıplakları giydir, ağlayanların gözyaşını sil. ” Şimdi bu sözü koyabileceğimiz bir gönül cebimiz kalmış mıdır? * Bu dünyada kaybolmak mümkün mü? Pek sanmıyorum. Nereye kaybolabilirsin ki, dünyadasın işte. Ve yine dünyanın içindeki bir seyahat gerçekte seyahat sayılabilir mi, pek emin değilim. Gerçek seyahat başka bir dünyaya geçişle mümkün galiba. * Yaşarken bazı insanlarla karşılaşırız. Bendeniz her karşılaştığımız insanın karşılıklı olarak bir imtihan olduğunu düşünenlerdenim. Karşılaştığınız her defasında ceketinizi iliklemeyi iliklerine kadar hissetmediğin biriyle hiç tanışmadınsa ne fena! * F. Nietzsche “ Suçsuzluktur çocuk ve unutkanlık, bir yeni başlangıç, bir oyun, kendiliğinden dönen bir tekerlek, bir ilk devinme, bir kutsal evet.