Okuduğum bir haber şöyle başlıyordu: “Hindistan’da 23 yaşında bir çocuğu Netflix bağımlılığı yüzünden hastaneye kaldırdılar…” Bu haberi duyduğumuzda neden çok şaşırmıyoruz? Çünkü artık uzun süren bir çocukluk/ergenlik sürecinin yaşandığı bir dünyadayız ve artık dizi seçmek-izlemek her ülkedeki can sıkıntısından patlayan insanlar için vazgeçilmez bir spor hâline geldi. Japonya’da küçücük evin küçücük “yaşam kabininde” bilgisayarının başından hiç kalkmadan yaşayan kimi gençlerin metabolizmalarının felç olduğu için öldüğünü ve bu ölümün dünyadaki ölüm türlerine eklenen yeni bir ölüm olduğunu biliyor muydunuz? Artık biliyorsunuz. Artık az yürüyoruz, az hareket ediyoruz. Çünkü araç egemenliği altındayız. İnsanın en temel fiillerinden biri olan yürüme konusunda artık radikal felsefî kitaplar yazılıyor, teoriler üretiliyor. Yalnızca yürüme değil, dünyaya ve şeylere bakma, gezme gibi konularda da belirli bir atâlet ve giderek devre dışı kalma eğilimimiz tuhaf. Daha çok ekrana yapışma, hayatiyet noktalarının dışında daha çok konumlanma, konforlu olanı yani olabildiğince az ‘kıpırdayarak’ yaşamanın cazibesinin hükümran olması. Kısacık ömrümüzdeki iletişim ve meramımızı anlatma tekniklerine bakalım bir an; Mektup, telefon, kendi evimizde işyerimizde telefon, cep telefonu, telefonlaşma, mesajlaşma, vatsapta emojilerle iletişim… Dikkat ediyor musunuz, artık zorunlu olanlar dışında telefonu alıp birini aramak veya bir telefona cevap vermek bile ‘zahmetli’ hâle geldi. Ve bitmeyen sızlanma: Yalnızlık. Ama nasıl olacak, herkesler böyle tabletine, akıllı telefonuna kapanıp köşesine çekilirse yalnızlık olmayacak da ne olacak? İngiltere’de geçtiğimiz yıl kurulan Yalnızlık Bakanlığı işlevsiz mi kalsın yani? -İyi yalnızlıklar canım.