O kadar çok olağanüstü kritik günlerden geçtik ve geçiyoruz ki kritik dönem manyağı olduk. Düz bir gün bize uymaz, bizi delirtebilir. Ülke çapında bir olağanüstülük yaşamazsak o günü nerdeyse yaşanmamış ilan edeceğiz. Bizim güncel ve dönemsel olağanüstü akışkanlığımızın temelinde tarihî müktesebatımızın derinliği ve coğrafî iltisaklarımızın genişliği mi var, yoksa bir şeyleri yanlış mı yapıyoruz? Obezitemiz varsa bunun kökeni Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Viyana önlerinde şöyle bir dolaşmaya çıkmamak mı, yoksa yanlış şeyler mi taam etmekteyiz? Gazete manşetlemelerine küresel çapta bir yıllığına bakabilsek, bizim, feleğin çemberlerinden nasıl geçtiğimizi, dünyanın başka yerlerindeki gündemin ise, bize göre nasıl kofti, sıradan ve yüzeysel olduğunu görebilirdik. Ne değişirdi? Hiç. Birbirimizi tutarsız temellerle didikleyip yahut pohpohlayıp durmanın tarihi de başka memleketlere göre ibretliktir. Nasıl ki akmayan çeşmelerimizin mâkul bir cevabı hâlâ daha bulunamamışsa, Oniki Adalar’ın, Kerkük’ün, Musul’un, Batum’un cevabı da o coğrafyalar gibi kayıp mıdır? Mâlum rest günlerinden geçiyoruz. İkinci bir van minüt mü denilmeli, bir ülkeye yapılan ‘suçüstü’nün gölde oluşturduğu diplomatik halkalanmalar mı? Şey de ilginç değil mi? İdlib’te elele, Ukrayna’da nohut sapı. Biz kimseye benzemeyiz, kimse de bize benzeyemez azizim. Ne yârdan geçeriz ne serden derken, yâri de seri de kaybetmelerin bilgisi bizdedir.