Her kulun bir derdi varmış; değirmencininki de su” derdi eskiler. Ya yeldeğirmeniyse! Hastanede onkolojide yatan bir hastanın gezindiği uzaylar ile, kozmetik mağazasında uygun far arayanın dünyası aynı olabilir mi? Sabahın köründe kalkıp mızmızlanarak okula giden ufaklığın derdi ile birazdan seçmenlerine bir konuşma yapacak olan siyasetçinin derdi de başka. Varlığından sadece kendi başımıza geldiği zaman haberdar olduğumuz dertlerin yanında, bir de hiç adını bile duymadığımız dertler var. Makro-mikro dertler, dağına göre kar. “Çok hassas olma, her şeye üzülürsün, herkes de seni üzer” demişti bir adam bir gence. Bu mümkün bir istek miydi, o genç hassas olmamayı nasıl becerecekti, bilemiyorum. Dertle, kasıntı bencil karamsarlığı ayırabilmeli. “Mutsuzluk” şeklinde ifade edilen ve kanaat etmemeden tutun ileri düzeyde bencilliğe kadar çeşitli şiddetlerdeki egoist yetinmezlikler insanı dertli yapmaz, “mutsuz” yapar. İnsandaki aptallık dâhil hiçbir özelliği küçümsememeli. Dünyanın genel akışı içerisinde aptalların mı yoksa akıllıların mı daha etkin olduğunu savaşlarla birlikte düşün.