Süleymaniye’de mutad kurufasülye taamı sonrasında çaylar ve kahveler nûş edilirken bazı zevat-ı kiram da sohbetin dümenini farklı sulara çevirip durmadaydı. Bir ara sinemadan bahisle film festivaline geldi konu. Sonra da oradan çıkıp klasik sanatlarımız ve batı sanatlarının mukayesesine geliverdi. Ama mütebahhir dostlarımızdan birisi dur durak bilmiyordu. Nasıl yaptıysa konuyu Mu’tezile/Eş’arî diyalektiği üzerinden şeytana getirdi, bilemiyorum belki de şeytanlara. Yani şuydu: Acaba her insanı dürtükleyip duran şeytan bir tane miydi; yoksa yedi milyar insanın her birine vazifelendirilmiş ayrı ayrı şeytanlar mı mevzûbahsti? Yani bir tane çok güçlü, herkese nüfuz edebilen şeytan mı vardı, yoksa 7 milyar şeytan mı? Bu soruya kimi cevaplar verildi ve bazı tartışmalar doğdu elbette. Konu bir ara cinlere sarkar gibi olduysa da şeytan yeniden merkeze oturmakta gecikmedi. Hayır, hesabı şeytan ödemedi. Dışımızda güzel bir rüzgâr esiyordu ve bahara mı, kışa mı ait olduğuna karar verememiş gibi esiyordu. Genç minyatürist kardeşimiz ilk defa gelip de ortasında kaldığı bu tartışmaya kendi perspektifinden cevaplar buluyor, ama sanki kendisi de çok da emin olamıyordu bu cevaplardan.