Unutmak beynin bir faaliyeti mi yoksa ihmal suretiyle icrâ ettiği başka türlü bir eylem biçimi mi? Zehir mi yoksa şifa mı unutmak? Unuttuklarımız mı daha çok, hatırladıklarımız mı? Düşündüğümüz ya da yaşadığımız her dakikayı yazıp/seslendirip kayıt altına alsak unutmayı yok edebilir miyiz? Oldukça şüpheli. Her şeyden önce buna bir ömür ayırmak icab ediyor. Ve ayrıca o deftere veya ses kaydına bakmayı unutmamanın garantisi yok. Hatta her şeyi! kayıt altına alanların bile yıllar sonra ‘vay canına, bunları ben mi yazmışım/yaşamışım’ diye şaşkınlık külahlarını çıkarıp yere vurmaları sıklıkla görülen bilinen vak’alardan. Psikanalistler çok kafa yordu unutma kavramına. Siyasîler de öyle. Unutmaya yapışık bir şey daha var: Unutamamak! Nerden baktığınıza bağlı olarak ikisi de birer acıya ya da sevince dönüşebilir. Hem çok çabuk unutabildiğimizi, hem de hiç unutmadığımızı gösteren sayısız örnek var hepimizin hayatında. Hafıza-i beşerin neyle ma’lûl olduğu ise sır değil. Kamusal hafızamızla şahsî hafızamız bazan içiçe geçer, bazan hiç kesişmeyen yollarda gezintiye çıkarlar.