Nefes nefese yetişebildiğimiz bir uçak denize paralel piste teker koyduğunda saatler akşamı gösteriyordu. Akşam yine akşamdı şüphesiz. Ne var ki karanlık, merkeze doğru ilerleyen ve altı kişilik küçük kafilemizi taşıyan kiralık minibüsün etrafında giderek yoğunlaşıyordu. Önünde durduğumuz şık bir balık lokantasında közlenmiş patates, çubuk turşusu ve yeşil salata geldi uvertür olarak. İki tepside arz-ı endam eden hazreti palamut ise önce gözlere hitab etmek üzere hazırlanmış olduğu âşikar bir Trabzon bombardımanı olarak masayı dümdüz etti. Beton helva üzerine yuvarlanan çaylardan sonra çiseleyen yağmur altında Günhan Beyin emir ve komutasında şehrin merkezinde kısa bir tura çıktık. 60’lardan itibaren şehrin sosyo-ekonomik durumu ve mimarî değişim üzerine birinci elden (çünkü Günhan Bey’in (Karakullukçu) çocukluğu dışında gençliği de babasının Trabzon Belediye Başkanı olduğu yıllarda Trabzon’da geçmişti. ) Trabzon hakkında dinlediğimiz bilgiler, Sürmene/ Koyuncu köyüne doğru ilerlerken zifiri karanlık çoktan çökmüştü. Yol boyunca gözlerimiz gökteki ayda, kulağımız Alper Beyin (Kanca) verdiği mâlumatta, birazcık da Sabahattin Ali’nin gece yolculuğu tasvirlerini düşünerek menzile ulaştık. Yaklaşık 150 yıllık harika ahşap eve varıp ayakkabılarımızı çıkardığımızda, üç-beş derece civarında seyreden hava sıcaklığına bağlı olarak, soba ‘beni yak’ diyordu.