Gurbetten tüm dostlara tekrar yürekler dolusu selam ve dualarla başlayalım. Gurbetten üçüncü yazımı sizlerle paylaşıyorum. Henüz alışmadığımdan mıdır bilmem, gurbet bana garip geldi. İlerde alışır mıyım bilmem, ama bu haliyle gurbet gerçekten garip.
Gönül isterdi ki, bu feyiz ve bereket ayı ramazanda, coşku dolu bir yazıyla içinizi ısıtayım. Ancak şu an haleti ruhiyem buna el vermiyor. Çünkü burada maddi manevi bir bitmişlik var. İnsanlık buza kesmiş, insanlar robotlara dönüşmüş. Böyle bir ortamda ramazan da bir hoş geçiyor. Aslında kendimizce en yoğun ramazanlarımızdan birini yaşıyoruz. Çünkü ramazanın tamamı itikâfta gibiyiz. Ama yine de ameller, tuzsuz yemek gibi.
Burada hayat durmuş gibi. Elli bin nüfuslu bir ilçenin tek camisinde görev yapıyorum. İlçeye ilk girdiğim zaman, ikindi sonrasıydı ve sokak ve caddeler bomboştu. Önce günün geç saatlerinde insanlar evlerine çekilmiş olabilir diye düşündüm. Ancak sonraki günlerde, erken veya geç ne zaman dışarı çıktımsa, hep aynı manzara… Adeta terk edilmiş bir şehir görünümü…
Çok nadir çocuk ve gençlere rastlanıyor. Özellikle Almanlara çok az rastlıyorsunuz. Rastladıklarımızın yanında çocuklarıyla olanlarına daha ender rastlıyorsunuz. Ama köpeğini gezdirmeye çıkanlar olabiliyor.
Çocuk parkı yok gibi. Koca ilçede baştanbaşa birkaç araçla geçişimde, sadece bir çocuk parkına rastladım. Her tarafın yemyeşil oluşundan mıdır, yoksa parkta oynayacak çocukları zaten olmadığından mıdır? Buna zamanla daha iyi görerek anlayacağım.
Bu bölge, doğu Almanya bölgesi olduğundan Müslüman nüfus buralarda daha az. Türklerin İkinci Dünya Savaşı sonrası buralara işçi olarak geldiklerinde, sadece batı Almanya’ya yerleşmişlerdi. Çünkü doğu Almanya o demeler, Demirperde ülkesiydi ve batı Almanya’ya göre, işçi alma değil, işçi verecek durumdaydı.