Bugün size kısa süre önce iki değerli akademisyenle aramda geçen
iki olayı aktarmak istiyorum.
Biri, çok önemli bir devlet üniversitesinin tanınmış bir tıp
profesörü. Üniversitedeki odasında bir araya geldik. Değişik
konularda sohbet ettikten sonra yine aynı üniversite görev yapan
bir başka hoca ile görüşüp görüşmediklerini soruyorum. “Hayır”
diyor, “Hiç görüşmüyorum. Hiç arayıp sormuyorum.”
“Neden?” diye soruyorum merakla: “Aranızda bir sorun mu var?
“Yoo, hayır” diyor, “Tam aksine çok severim kendisini. Ama
biliyorsun, daha önce Ergenekon davasından dolayı ifadesi
alınmıştı, o günden beri aramıyorum. Çünkü aramaktan KORKUYORUM. Bu
ülkede çok kişinin karşısına, yaptığı telefon konuşmaları suç
delili olarak konuldu.”
Bunu bana diyen 30 yıllık bir profesör. Yıllar önce gözaltına
alınıp serbest bırakılan arkadaşına “telefon etmekten korkar” hale
gelmiş. Daha doğrusu getirilmiş.
Bir değeri ise yine önemli bir üniversitemizde devletler hukuku
dersi veriyor. Diyor ki; “Öğrencilere anlattığımız teorik
bilgilerin pratik olaylarla da pekiştirilmesi öğrencinin yetişmesi
için çok önemli. Geçen hafta uluslararası anlaşmaları anlatırken,
AB ile imzaladığımız geri kabul anlaşmasına değindim. Malumunuz 3
milyar Euro karşılığında mültecilerin Türkiye’ye iadesi ve buna
mukabil vize muafiyetinin de getirileceği bir anlaşma idi bu. Bu
anlaşmanın Türkiye’nin milli menfaatlerine aykırı olduğunu
söyleyecekken vazgeçtim, açıkçası KORKTUM. Çünkü bu basit anlatım
bile karşıma hükümete muhalefet etmek olarak çıkabilirdi ki bunun
örnekleri çok fazla.”
İki ayrı üniversitenin iki ayrı hocası ve her ikisi de “korku” dolu
cümlelerle konuşuyor. Biri, arkadaşına telefon açmaktan korkar hale
getirilmiş bir profesör, diğeri anlattığı dersi güncel politika ile
beslemekten korkan bir değer akademisyen.