Tam da 1 Mayıs’ın arifesinde, mahkemeden Gezi olaylarıyla ilgili
karar çıktı. İstanbul 33. Asliye Ceza Mahkemesi Taksim Platformu
üyesi 26 sanığın beraatına karar verdi.
Sanıklar, örgüt kurmaktan, gösteri ve yürüyüş kanununa muhalefetten
yargılandılar. Gezi olaylarının en sıcak günlerinde “sokağa”
çıktılar ve haklarını sokakta aradılar. Ama sokağa çıkanlardan ödü
kopan iktidar, onlara çapulcu dedi, çete dedi, darbeci dedi,
arkalarında dış güçler var dedi…
Mahkeme ise bu “denilenlerin” dışında karar verdi ve “ortada bir
yasa dışı örgütün de, yasa dışı yürüyüşün de olmadığına”
hükmetti.
Sonuçta “çapulcular” beraat etti.
Çünkü ortada çapul da, çapulcu da yoktu.
Siz bu yazıyı okuduğunuz sırada 1 Mayıs için insanlar sokağa
çıkacak, devletin “İşçi bayramı olarak” ilan ettiği günü kutlamak
isteyecek ama devletin polisi bu bayramın kutlanmaması için cop
kullanacak, gaz sıkacak, su sıkacak.
“Yasaların ve anayasanın” kendilerine verdiği “gösteri” hakkını
kullanmak için sokağa çıkacak olan vatandaşın gözünü patlatmak için
“kahraman polise” talimat veren” devlet, yasalara ve anayasaya
aykırı bir şekilde Cumhurbaşkanı oğlu olmak dışında hiçbir sıfatı
bulunmayan Bilal’in valilerle ve okul müdürleriyle toplantı yapıp
talimat vermesine alkış tutacak.
Hukuk devleti ve “çapulcu” tarifinin sınırları açısından hangi
durum devlet geleneği için daha tehlikedir?
Yasalardan aldıkları güç ile bir bayramı kutlamak için yola
çıkanlar mı, yoksa hiçbir yetki ve sorumluluğu olmayan bir “oğlun”
devlet erkânı ile toplantı yaparak onlara akıl vermesi mi?
Hukuk otoritelerinin asıl cevap vermesi gereken soru budur?