Rahmetli Ahmet Taner Kışlalı, 1996 yılında yayınladığı
“Güneydoğu’da Düşük Yoğunluklu Çatışma” adlı kitabında,
Güneydoğu’daki savaşı “düşük yoğunluklu” olarak vasıflandırmıştı.
Savaş yerine de çatışma kelimesini kullanarak “savaş” kelimesi ile
vatandaşı ve devleti ürkütmek istememiş olsa gerek.
Şimdi ise o düşük yoğunluk resmen “yüksek yoğunluklu bir savaşa”
dönüştü.
Türkiye’nin Güneydoğu’sunda ilan edilmemiş bir savaş yaşanıyor.
Devletin karşısında bir çete var ve devlet kısa süre öncesine kadar
muhatap alıp masaya oturduğu çete mensuplarını bugün baş düşman
ilan edip tanklarla, toplarla çatışıyor.
Suriye iç savaşının başladığı 2011 yılında, terörist grupların
vahşi saldırılarıyla birkaç günlüğüne ele geçirdikleri Hama ve
Humus’u geri almak için devlet güçlerinin tank kullanmasına yandaş
Türk medyası “katil Esad! Kendi halkına karşı tank kullanıyor!”
diye küfürler savurmuştu.
Aradan 5 yıl geçti, şimdi ise Türk tankları PKK’nın ele geçirdiği
Sur ve Cizre’de sokak sokak ilerliyor, terörist hedefleri vurarak
imha etmeye çalışıyor!
Devlet iki aydan beri Sur’a giremiyor. Cizre’ye giremiyor. Bu
bölgelerde devletin bütün birimleri tasfiye edilmiş durumda. Sur’un
etrafı demir setlerle çevrildi ve giriş çıkış yasak. İçerisi PKK
kaynıyor.
Bir devlet, eğer kendi hâkimiyeti altındaki toprakların bir kısmına
silahlı çetelerin tazyiki yüzünden girmekte zorlanıyorsa ve o
topraklarda devletin birimleri devre dışı kalmışsa “o topraklar
sizin değil” demektir.
Terörle mücadelede, PKK’nın saldırılarının başladığı günden bu yana
yaklaşık 30 yıldır, devletin bazı gölgelerde kontrolü kaybettiği,
bazı bölgelere giremediği, bazı bölgeleri aylarca PKK’nın silahlı
unsurlarına terk ettiği vaki değil.