Cemil Meriç’in Mağaradakiler isimli kitabı, liseli yıllarda
severek okuduğum başucu kitaplarından biriydi. Eflatun’un mağara
metaforuna atıfta bulunarak başladığı kitap entelektüel dünyamızda
devrim açan/sorgulayan bir fikir dehası şeklinde karşımıza
çıkıyordu.
Eflatun’dan aldığı bölümde şu satırlarla şamar gibi vuruyordu
yüzümüze:
“Bir mağara düşün dostum, girişi boydan boya gün ışığına açık bir
yeraltı mağarası. İnsanlar düşün bu mağarada. Çocukluktan beri
zincire vurulmuş hepsi; ne yerlerinden kıpırdamaları, ne başlarını
çevirmeleri kabil, yalnız karşılarını görüyorlar. Arkalarından bir
ışık geliyor…" (Meraklılar, bir zahmet kitabı alsın, devamını
okusun!)
Peşinen söyleyeyim, konumuz, Cemil Meriç’in Mağaradakiler kitabı
değil.
Bir gazetede okuduğum 'mağara' haberinin bıraktığı buruk tebessüm
bana Cemil Meriç’in 'mağarasını' hatırlattı.
Hürriyet’in haberi, 2017 Türkiye’si için şaşırtıcı, hatta şok edici
idi.
Antalya’ya yaklaşık 12 kilometre uzaklıkta bulunan falez bandındaki
mağaralarda yüzlerce kişi yaşıyordu. Sadece Güzeloba Mahallesi’nde
bulunan mağaralarda 200 civarında insan yaşıyordu. Mağaradaki
insanların, derme çatma iplerle dışarı astıkları çamaşırların
fotoğrafları yansımıştı gazete sayfalarına.
Antalya Belediye Başkanı’nın verdiği bilgiye göre belediye
görevlileri, plastik toplamak için gittikleri bölgede tesadüfen
fark etmişler mağarada insanların yaşadığını. Bir mağarada 3-4 aile
birlikte yaşıyormuş.