Ortada bir cenaze. Güneydoğuda vurulmuş Yüzbaşı Ali Alkan’ın cenazesi. Arkasında cenaze namazı için saf tutmuş binlerce kişi. Yürekler yaralı, tarifsiz bir acı ve hüzün var.
Musalladaki yüzbaşının yarbay olan ağabeyi Mehmet Alkan dayanamıyor ve feryada başlıyor:
“Burada vatan evladı, 32 yaşında, daha vatanına, sevdiklerine, dünyaya doymadı. Bunun katili kim, bunun sebebi kim, düne kadar çözüm diyenler ne oldu da sonuna kadar savaş diyor? Kendileri gitsin savaşsın.”
Devam ediyor yarbayın feryadı:
“Sırça saraylarda 30 tane korumayla gezip, zırhlı arabalara binip de şehit olmak istiyorum diye bir şey yok. Git o zaman. Oraya git. PKK’ya yardım edenler de kahrolsun, Öcalan’a yardım edenler de kahrolsun.”
Yarbay Alkan’ın, cenaze başında ani olarak gelişen, kardeşini kaybeden bir abi olarak gelişen feryadına bile tahammül yok bu ülkede. Yarbaya, PKK’lı dediler, Malatya Alevisi dediler, DHKP-C’li dediler, vatan haini dediler.
Oysa “yüreği yanık bir asker” var musallanın önünde. Olup bitene isyan eden, bir takım yanlışlara karşı sesini yükseltme ihtiyacı hisseden bir ağabey var orada.
Bu feryadı Türk ordusunun “umumi bir feryadı” olarak algılamayın. Bir subayın bireysel feryadı olarak algılayın. Çünkü Türk ordusu kurumsal olarak güvenlik politikaları açısından ortada bir hata olmadığını, yapılanların doğru olduğunu çoktan beri kabullenip “siyasetin emrinde” olmayı yeğlemiş durumda.